Kung-Fu Kralı Mafiaya Karşı: 1977

Nihal Yeğinobalı’nın 1977 yılında çevirdiği ve Göl Yayınları tarafından yayımlanan Kung-Fu Kralı Mafiaya Karşı adlı kitap, çeviri tarihinin en ilginç kitaplarından biri: yazarı yok. 1980 öncesinde çatışmalı, kung-fu ve karate kurslarının moda olduğu bir dönemde yayımlanan kitap Kung Fu’nun hayat felsefesini, savaş ve savunma tekniklerini anlatıyor. Göl Yayınları, dönemin çoksatar yayınlayan yayınevlerinden biri. Müge Işıklar Koçak’ın Problematizing Translated Popular Texts on Women’s Sexuality adlı tez çalışmasında, bazı yayınları çevirmeni belirli olmayan ya da telif olarak görünen fakat aslında çeviri olan yayınlar arasında anılıyor. Kung-Fu kitabının künyesinde de yazar dışında her bilgi ayrıntılı olarak yer...

Read More

Yargı Çevirileri: Ernst Eduard Hirsch

Günümüzde haberlerin temel konusu olan yargı ve yürütme geriliminin kaynağında temel bazı çevirisel gerilimlerin yattığını hatırlamak, gerginliğin doğasını tanımlayabilmek açısından önemli. Bu gerilimin başlangıcına ilişkin temel kaynaklardan biri de, Ernst E. Hirsch adlı, modern Hukuk Fakültesi’nin kuruluşunda rol almış olan bir hukuk uzmanı. Hirsch’in Anılarım adıyla yayımlanan kitabı, genel olarak temel bir çeviri okuması: üniversitenin ilk yıllarında eğitimde çevirinin yeriyle ilgili sayısız örnekle dolu olan bu hatırat, aynı zamanda Türkiye’nin geçirdiği dönüşümün ne kadar derin ve genç olduğunu, daha olgunlaşmamış olduğunu sergiliyor. Günümüzü çeviri açısından izlemek için temel bir okuma olan bu kitaptan, İslam hukukundan Lâik hukuka geçiş sürecinin başlangıcını anlatan  bir bölümü aktarıyoruz: 1933/34 Öğretim Yılında istanbul Hukuk Fakültesi İslâm hukukunda “medrese” (bazen iki ‘s’ ile de yazılmaktadır) dendiğinde, bir caminin bünyesi içindeki hukuk – ilahiyat yüksek okulu anlaşılır. Türkiye’de bu kavram, başka meslek yüksek okullarına da teşmil edilmiştir. 1933 yılında kapatılan istanbul Darülfünunu çerçevesi içinde 5 medrese bulunmaktaydı. Bir tıp, bir hukuk, bir edebiyat, bir ilahiyat ve bir de fen bilimleri medreseleri. 1924’den bu yana, yani 1923 Ekim’inde Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasından sonra, tüm eğitimin lâikleştirilmesinin bir sonucu olarak medreseler gerçi “fakülte” adını almışlardı, ama barındırdıkları ruh zerrece değişmemişti, istanbul Üniversitesinin 1933 yılında yeniden kurulmasındaki amaç, Islâmdan kaynaklanan bu medrese ruhunu kökünden silip atmak ve yerine Batı Avrupa geleneğinde bir üniversitenin merkezini oluşturacağı bilim özgürlüğünü getirmekti. Hukuk Fakültesinde, buna ilişkin güçlükler, özellikle kendini hissetirmekteydi; aslında sorun, îslâmın damgasını vurduğu bir hukuk medresesinin yerine lâik bir hukuk bilimleri fakültesi koymaktı. Bu güçlükleri kavrayabilmek için ise, bazı ön bilgilere sahip olmak gerekiyordu. Ben de 1933 sonbaharı sonuna doğru istanbul’da çalışmalarıma başladığımda bu bilgilere sahip değildim, oysa bunları bilmek pek çok şeyi benim için daha anlaşılır ve daha kolay kılacaktı. İslâm Hukuku (şeriat), İslâmm ayrılmaz bir parçasıdır. İslâm ise, insanlararası ilişkide dinî-kutsal ve dinî olmayan – lâik alan ayrımı tanımaz. Bunun sonucu olarak, Medresede öğretilen hukuk, msanlararası ilişkileri ve gündelik hayatın işlerini kurallara bağlama ve düzenleme konulannda da, özünde Islâmın öğretilerince belirlenmişti. Bunlar, yüzyıllar boyunca Müslüman hukuk hocalan tarafından bir sonraki kuşaklara aktarılmış ve geliştirilmiş olup, hatta devlet yasası halinde kodifıye edilmişlerdir. Nitekim, kapitülasyonlar denen anlaşmalar sonucunda, Osmanlı İmparatorlu-ğuyla pek çok Hıristiyan devlet arasında anlaşmaya bağlanan konsolosluklann yargılama yetkisi, yabancılan, İslâm öğretisinden kaynaklanan dinî yargılamanın dışında tutmayı amaçlar. Bu düzenleme, daha Osmanlı İmparatorluğu sırasında bile bir diskriminasyon olarak görülmüş ve nihayet 1923 Lozan Banş Antlaşmasıyla tamamiyle ortadan kaldınlmıştır. Ancak bu, Türkiye’nin zaman geçirmeksizin bu dinî yargının yerine İslâmm etkilerinden bağımsız bir dünyevî yargı örgütlemesi ve maddî hukuku da buna uygun olarak değiştirmesi ön koşuluna bağlanmıştır. Esasında islâ-mî esaslara dayanmayan yabancı yasalann çevirileri olan, kapsamlı Türk kanunlan çıkanlarak, o güne kadar İslâmın damgasını taşıyan gelenek ve kanun hukukunun saf dünyevî kanunlarla bağdaşmayan tüm hükümleri, kesinlikle kaldırılmış ve örneğin İsviçre’den alman Medenî Kanun...

Read More

Satıraltı Tercüme

Satıraltı tercüme, eski dönemlerde, elyazmalarında metnin altına yapılan kelimesi kelimesine çeviriyi belirten bir terim. Nurgül Sucu, “Eski Türk Edebiyatında Tercüme Geleneği” (Türkiyat Araştırmaları Dergisi, No: 19, 2006) başlıklı çalışmasında bu uygulamanın tarihçesine de yer veriyor. Buna göre ilk satıraltı tercüme, bir Kuran çevirisi. “Kurân-ı Kerîm, önce Sâmânoğullarından Emîr Mansur bin Nuh (350-365 h./961-976 m.) zamanında, Taberî tefsirinden Farsçaya çevrilmiştir. Zeki Velidi Togan’a göre, bu tercüme, içinde Türk üyelerin de bulunduğu, Horasanlı ve Mâveraünnehirli bilginlerden kurulan bir heyet tarafından yapılmıştır. Kurân’ın ilk Türkçe tercümesi ise, yine Zeki Velidi Togan’a göre, Farsçaya yapılan tercüme ile aynı zamanda, belki de aynı heyetin Türk üyeleri tarafından meydana getirilmiştir. Bu tercüme, “satır arası” kelime kelime bir çeviri olup, Taberî tefsirinden yapılan kelime kelime Farsça çeviriye dayanır. Türklerin İslâmiyet’i kabulünün ilk yıllarında, satır arası Kurân-ı Kerim ter ümelerinin yanında, Arapça fıkıh kitaplarının da satır arası tercümeleri önemli bir yer tutar. Bunlardan biri olan Nazmü’l-Hilâfiyyât Tercümesi, Ebû Hafs Ömer b. Muhammed en-Nesefî (ö. 537/1142) adlı bir din bilgininin 504/1110’te yazdığı Arapça manzum fıkıh kitabının tercümesidir. Eser, İbrahim b. Mustafa b. Alişîr el-Melifdevî (Muleyfedevî) tarafından 4 Recep 732 (1 Nisan 1332) tarihinde Türkçeye tercüme edilmiştir. Arapça beyitler dikkat çekecek bir büyüklükte diğer satırlara göre daha irice yazılmış, daha sonra altında beytin satır altı tercümesi aslına uygun olarak verilmiştir. Bu dönemde Arapçadan satır altı olarak tercüme edilen ve fıkha ait konuları ihtiva eden eserlerden biri de, Hanefî fıkıh âlimlerinden Berke Fakih tarafından, melik ve sultanlara yol göstermek amacıyla kaleme alınan İrşâdü’l-Mülûk ve’s-Selâtîn adlı eserdir. Söz konusu eser, 789/1387 (Şevval 20) tarihinde İskenderiye’de tamamlanmıştır. Satır altı tercümeli fıkıh kitaplarından biri de, İbnü’s-Sayin adıyla tanınan Muhammed b. Sıddîk b. Ali tarafından kaleme alınmıştır. Eserin nerede ve ne zaman yazıldığı belli değildir. Eserdeki Arapça cümlelerin anlamları, satır aralarına kelimelerin bire bir tercümeleri olarak verilmiştir.” Fıkıh kitaplarında da yaygın olarak görülen bu uygulamanın bir örneği, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü tarafından yayımlanmış: Yakup Karasoy, Satıraltı Tercümeli Bir Fıkıh Kitabı adlı çalışmasında Muhammed b. Sıddîk b. Ali’ye ait çeviriyi inceliyor. İçeriği internete taşınmış olan Türkiyat Araştırmaları Dergisi‘nde çeviri tarihiyle ilgili ilginç yazılar yer...

Read More

1970’lerden 2000’lere Sansür ve Çeviri

İlginç bir dönem – internet üzerinde sansür var, iki ayı aşkın bir zamandır Türkiye’den WordPress sitesine erişim, mahkeme kararıyla engellenmiş durumda: “Bu siteye erişim mahkeme kararıyla engellenmiştir.” Yirminci yüzyılın en akıl almaz, çirkin savaşlarına giden yolu açan, dolayısıyla bu savaşların nedenini anlamak için vazgeçilmez bir tarih belgesi olan kitap, Kavgam‘ın Türkiye’de yayımlanması yasaklandı. Otosansür olağan karşılanıyor, karşılıklı hoşgörünün bir şekli olarak tanımlanıyor. Böyle bir dönemde geri dönüp geçmişte yaşanan sansür olaylarına ve cezalarına bakmakta yarar var. Örnek bir olay, Kavgam kadar etkili bir kitap olan Komünist Manifestosu‘nun yayım, çeviri ve yargı süreci. Aşağıda, çeviriyi yapan ve yayımlayan, Bilim ve Sosyalizm Yayınları’nın sahibi Süleyman Ege’nin 1971 yılında yayımladığı, “Komünist Partisi” Davası – Belgeler adlı kitap için yazdığı önsöz yer alıyor. Çeviri, sansür ve yargı ilişkisini değerlendirmek için önemli bir yayım: “Marx ve Engels’in “Komünist Partisi Manifestosu” 1968 Kasım’ında Bilim ve Sosyalizm Yayınları’nın 6. kitabı olarak yayınlandı. Savcı Türk Ceza Yasası’nın 142/1 yasaklarına aykırılık olduğunu ileri sürdü. Ankara İkinci Ağırceza Mahkemesi’nde açıları dava önce beraetle sonuçlandı, sonra (12 Mart’tan sonra) kitabın sorumlusu Süleyman Ege 7,5 yıl ağır hapis, 5 yıl da gözetim altında tutulma cezasına çarptırıldı, “Komünist Manifesto”nun eldeki bütün nüshalarına elkondu. Bilim ve Sosyalizm Yayınları yöneticisi Süleyman Ege, bilindiği gibi, Lenin’in “Devlet ve İhtilâl’ini, Çin liderliğinin “Bütün Ülkelerin İşçileri Birleşiniz” başlığı altında dünya komünist hareketini eleştiren yazılarını ve Stalin’in başkanlığında bir kurulca hazırlanan “Bolşevik Partisi Tarihi’ni dilimize kazandırdığı için de bu kitapların herbirinden aynı iddiayla mahkemeye verildi, sonuçta herbirinden 7,5 yıl olmak, üzere toplam 30 yıl ağır hapis ve 16 yıl gözetim altında tutulma cezasına mahkûm edildi. Oysa “Komünist Manifesto” “Devlet ve İhtilâl” ve öteki tarihsel belgeler, bütün uygar ve demokratik ülkelerde serbestçe basılıp okunan kitaplardır; bilimsel ve tarihsel değerleri bakımından, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de üniversitelerin sosyal bilim dallarında okutulan derslerin inceleme konuları arasındadır. Nitekim, Ege’yi yargılayan ağırceza mahkemelerince görevlendirilen bilirkişi kurulları (kitapların konusuyla ilgili bilim dallarında ders veren kürsü profesörleriyle anayasa ve ceza hukuku profesörleri) oybirliğiyle verdikleri raporlarda, bu kitapların bilimsel ve tarihsel değerleri üzerinde durarak, türkçeye çevirilerinin suç olamayacağım, tersine bunun bilimin ve bilginin evrenselliği açısından bir kültür hizmeti olduğunu belirttiler. Kaldı ki, “Komünist Manifesto” ve “Devlet ve İhtilâl” Türkiye’de 40 yıl önce özgürce yayınlanmıştır; o basımların belli sayıda nüshalarının devletin beş büyük kitaplığında herkesin incelemesine açık tutulmak üzere bulundurulmaları bir yasa gereğidir (2527 Sayılı Basma Yazı ve Resimleri Derleme Müdürlüğü Kuruluş Yasası). Süleyman Ege ve vekili avukat Halit Çelenk, yaptıkları savunmalarda bu gerçekleri geniş belgelerle ortaya koydular. Daha hukukun normal kurallarının az-buçuk geçerli olduğu bir dönemdi—”Komünist Manifesto” ve “Devlet ve İhtilâl” davalarına bakan mahkeme kurulları beraet kararı verdiler. Komünist Manifesto” davasının beraat kararında mahkeme kurulu şöyle diyordu: “Türk yurdunda öğrenme, açıklama yapma ve araştırma bazı kişilerin imtiyazında olmaktan artık çıkmıştır. Komünizmin ne olduğunu ya da...

Read More

Otuz Yıl Bekleyen Çeviri

“Irak Türkmenleri hakkında yabancı lisanla yazılan ilk doktora tezi olan “Irak Türkmenlerinin Nesir Edebiyatı ve Edebiyatçıları” kitabı asıl yazıldığı dil olan Almanca’dan Arapça’ya tercüme edilerek yayınlandı. Beyrut’ta Arab Enceclopedias House tarafından yayınlanan kitabin yazarı Türkmeneli bölgesinin Tavuk  beldesi evlatlarından Dr. Mehdi Bayatlı, Almanca’dan Arapça’ya tercüme eden ise Erşat Hürmüzlü’dür. .. 1970 yılında yayınlanan bu kitap, o dönemlerde Erşat Hürmüzlü tarafından tercüme edilmiş fakat o zamanki koşullarda yayınlanması mümkün olmadığı gibi, Hürmüzlü’nün yurt dışına çıkışı ve Saddam rejimi devrilinceye kadar hasretinde olduğu Kerkük’e gidememesi sonucu raflarda kalmıştır. Hürmüzlü, hem bu yapıtın aydınlığa çıkmasından hem de Bayatlı’ya bu kitabı bizzat tercüme edip yayınlayacağı yönünde verdiği sözü geç de olsa yerine getirdiği için mutlu olmuştur.” Kaynak: Kerkük Vakfı’nın 18 Temmuz tarihli basın açıklaması ve Zaman gazetesinin 2 Ağustos tarihli...

Read More

Vonnegut, Kara Mapusane Kuşu

Şampiyonların Kahvaltısı, Kurt Vonnegut’un (1922-2007) Türkçeye çevrilen ilk ve en oyunlu romanlarından biri. 1973 yılında Amerika’da Breakfast of Champions adıyla yayınlanmasından sadece bir yıl sonra Türkiye’de, Mehmet Doğan çevirisiyle yayımlanmıştı. Romanda Vonnegut’un yaptığı çizimler yer alıyordu ve çizimler de Türkçeleştirilmişti. Aşağıda bu neşeli kitabın, çizimli iki sayfası yer alıyor: “Kara Mapusane kuşu. Uyulacak ne varsa, şu dünyada hepsine uydu” yazıyor mezar...

Read More