Yalnızlık Dolambacı: İkinci Dil Çevirisi Klasiği

(Bozkurt Güvenç’in Yalnızlık Dolambacı adlı çevirisi için yazdığı bu önsöz, büyük olasılıkla ikinci dil çevirilerinin klasik önsözü: çevirinin neden ikinci dilden yapıldığının açıklaması, bir özgün dil uzmanının bu çeviriyi olumsuzlaması, yazarın bu çeviriden haberdar olmadığının belirtilmesi.. ikinci dil çevirilerinin yol açtığı ve onlara yol açan birçok ilginç olgu bu önsözde konu ediliyor. Bu nedenle, ve ayrıca, bütün içeriğiyle gerçek bir çevirmen önsözü klasiği olması nedeniyle, 1982 baskısından buraya aktarılıyor. 1970’lerin kültürel duygusallığını aktarması da apayrı bir güzellik. Yalnızlık Dolambacı, en son 1999 yılında Can Yayınları tarafından yayınlanmış. SG.) ÇEVİRMENİN ÖNSÖZÜ Octavio Paz’ın El laberinto de la soledad («Yalnızlığın Labirenti») yapıtını İngilizce çevirisinden Türkçeleştirdim; Yalnızlık Dolambacı adıyla okurlarıma sunuyorum. Octavio Paz adını arada bir çıkan şiir çevirilerinde görürüz ama, ozanın kimi-kimliği ve kişiliği üstüne fazla bir şey bilmeyiz. Geçen yaz Türk Dili dergisine (Eylül 1977 sayısı) bir çeviri denemesi gönderdiğim zaman, bu yapıtın ülkemizde ya duyulmadığını ya da yazılıp tartışılmadığını sanıyordum. Kıvançla gördüm ki yanılmışım! Bertan Onaran’ın Soyut dergisinde (Ağustos 1977, 106. sayısı) çıkan «Octavio Paz’la Bir Söyleşi» çevirisinde, «Yalnızlığın Dolambaçlı Yolu» adında bir «harika yapıttan söz ediliyordu. Sanımda yanılmışım ama, ozanın ve «harika yapıtı»nın ülkemizde tanınmadığı yine de gerçek! Yayınevinin yerinde önerisine uyarak bu önsözü yazıyorum, ozanı, yapıtını ve bu çeviriyi tanıtmak amacıyla… Dolaylı Bir Karşılaşma Geçen yıl Ankara’da yapılan bir açık oturumda yabancı bir konukla, Türklerin ulusal (toplumsal) karakteri ya da kişilik özellikleri üzerine konuşuyorduk. Konuğumuz sözü, Türklerle Meksikalıların benzerliklerine getirdi. Uluslararası çevrelerdeki yaygın olan bu kanıya tanık olarak ozan Octavio Paz’ı, kanıt olarak da Ozan’ın «Yalnızlık Dolambacı» adlı yapıtını gösterdi. Kuşkularımı sezince de, «Meksikalı ozanı okuyunuz, benzerlikleri göreceksiniz» dedi ve bana, kitabın İngilizce bîr çevirisini gönderdi. Kitap, ilk kez 1961 yılında yayımlanan İngilizce çevirinin 16. basımıydı. Daha sonra Amerika’dan 18. basımlı daha yeni bir kopya geldi. Yapıtın Fransızca çevirisinin tükendiği, ancak Gallimard’m yeni bir basıma hazırlandığı bildiriliyordu. Meksika’ya giden bir dostumun getirdiği kitap 1976 tarihli 12. basımdı. İşte böylesine «dolambaçlı yol»dan karşılaştım Octavio Paz’la. Çok satılan yapıtlara karşı beslediğim o açıklaması zor, kuşku-umut karışımı bir duygu içinde yapıtı okumaya koyuldum. Ozan’ın anlatımındaki şiirsellik, yüreklilik ve derinlik beni ta başından sarmış ve büyülemişti, öyleki daha Yedinci Bölümü bitirmeden küçük bir çeviri denemesi yapmaktan kendimi alamadım. Benzeşmek bir yana, bu yapıt sanki bize bizi anlatıyordu. Bu yüzden Türkçeye çevrilmeli diye düşündüm. Bu dileğim gerçekleşti. Ancak çeviriden ve onun büyüleyici niteliklerinden önce, Ozan’ın yaşam öyküsü ve kimliği üstüne derleyebildiğim bilgilere yer vermek isterim. Octavio Paz Octavio Paz adı «Meksikalı Ozan»la sanki özdeşleşmiş. Ozan, İspanyolca yazıyor ama «Ozanca» sesleniyor — tüm insanlara. Sanırım, Meksikalılığı da bu tartışmasız evrenselliğinden geliyor. O gür sesi ve sesleni-şiyle, İspanyolca konuşulan ülkelerin sınırlarını aşmış, bize ulaşmış. Fransa’da yayımlanan «Kartal ya da Gü neş» (Aigle ou Soleil, 1957) şiir kitabından sonra, Meksikalı Paz adı, Şilili Neruda, Arjantinli...

Read More

Smyrna Mail’den E-Mail’e

Zaman zaman sahte elektronik mektuplarla ilgili uyarılar yayınlanıyor. 27 Mart 2007 günü, Milliyet gazetesinde Akbank’ın bu tür sahte mektuplarla ilgili bir uyarısı, “Akbank müşterilerini uyardı” başlığıyla haber konusu yapılıyor. Haberin içeriği dışında, karmaşık bir çeviri sürecini olağanlaştırması da ilginç. Gazete bankanın uyarı yazısındaki “e-mail” tamlamasını “elektronik posta” olarak çeviriyor, ardından bankanın uyarı metnini aktarıyor. Bu kez temel çeviri işlemi okura bırakılıyor: “e-mail”, “elektronik posta”, “e-posta” arasında geçiş yapmak onun zihinsel seçimlerine bağlı; “link” terimiyse çeviri gerektirmiyor. “Akbank, internet bankacılığında yapılan sahteciliklere karşı müşterilerini uyardı. Müşterilerine bir uyarı yazısı gönderen banka, elektronik posta aracılığıyla sahte bir Akbank internet şubesine yönlendirilmemeleri konusunda müşterileri dikkatli olmaya çağırdı. .. E-posta içerisindeki link aracılığıyla müşterilerin sahte Akbank internet şubesi sayfalarına yönlendirildiğini, kullanıcı adı ve şifre bilgilerinin istendiği belirtilen yazıda, şu uyarıda bulunuldu: ‘Bu tür e-maillere kesinlikle cevap vermeyiniz ve maillerde yer alan linklerden internet şubelerimizi kullanmayınız. Akbank hiç bir zaman size internet şubelerine giriş ya da başka bir konu nedeniyle, şifrenizin ya da size özel müşteri bilgilerinizin istendiği e-mailler göndermemektedir.'” Burada aslında, gitgide alıştığımız karmaşık bir süreç sözkonusu. “Google”, “Yahoo”, “Hotmail”.. gibi şirketlerin ücretsiz olarak verdiği posta kutularını kullanırken, zihin, “mektup” için şirketin kullandığı göstergeyi, “mail” göstergesini kullanmaya başlıyor. Zihin ve dil çeviri işlemini güç bularak, ekranda gördüğü göstergeyi olduğu gibi çoğaltma eğilimi gösteriyor; çünkü o göstergeler sisteminin içinde deviniyor. Fakat banka örneğinde, bu çevirisizlik sürecinin karmaşık bir hal aldığı söylenebilir: kurumların, kendi mektuplaşma sistemleri olması gerekir, “mektup” yerine “mail” göstergesinin seçilmesi daha farklı bir seçim sürecini sergiliyor belki de; banka, okurların kullanım alışkanlıklarını gözetiyor belki de. Her koşulda, Türkçe’ye “mail” göstergesinin ilk kez internet aracılığıyla girmediğini hatırlamakta yarar var. Türkçe’de “mail” göstergesi ilk kez, 1860’lı yıllarda, İzmir’de kullanıldı: “İzmir’in Avrupa’ya denizaltı telgraf kablosuyla ve imparatorluğun diğer köşelerine telli telgraf ile bağlanması, Ticaret Mahkemesi’nin genişletilmesi ve yeni ticaret mahkemelerinin açılması, ‘kentin ticari çıkarlarını savunmayı kendine bayrak edindiğini’ belirten günlük Smyrna Mail gazetesinin yayına başlaması, Liverpool rıhtımının küçük ölçekte bir kopyası olduğu ileri sürülen İzmir rıhtımının yapılması, Batı Anadolu bölgesindeki kapitalist gelişmenin örnekleri olarak gösterilebilir” (Orhan Kurmuş, Emperyalizmin Türkiye’ye Girişi, 1974, s. 91). Bu açıdan, Türkçe’nin yabancı dil kullanımı aracılığıyla bozulması, dilin yozlaşması gibi tartışmaların asıl zemininde, telgraftan internete, küresel şirketlerin insan hayatının her olgusunu metalaştırması zemininde yapılmasının önemine dikkat çekmek gerekiyor. Çeviri, ya da yerelleştirme, çoğu kez, şirket için maliyetli göründüğünden ya da ürünü farklılaştırarak pazarı bölme, rekabeti artırma eğilimi yarattığından, tercih edilmiyor. Ve insan çoğu kez, sıradan dil alışkanlıkları çerçevesinde hareket ettiğini sanarken, aslında şirketin aracılığını yapmış ya da kararlarını benimsemiş oluyor: örneğin belediyeden size telefon ediyorlar, “i-meyl” adresinizi soruyorlar, siz onlara ücretsiz “gimeyl” adresinizi veriyorsunuz ve verirken, örneğin “hüseyin” dedikten sonra duraksıyorsunuz, çaresiz kalıp “et gimeyl kom” diyorsunuz. Karşı taraf bunu yadırgamıyor, bu ses göstergelerini “huseyin@gmail.com” olarak çeviriyor. Yani, sizin Google adlı...

Read More

William Saroyan, 1964

Zeyyat Selimoğlu’nun çevirdiği Tracy’nin Kaplanı (Tracy’s Tiger), ilk kez 1964 yılında Akbaba Yayınları’nda, yayınevinin ilk kitabı olarak yayınlandı. Kitabın arka kapak yazısında, yazarın Türkiye kökenli Ermeni bir Amerikan yazarı olduğunu belirtiliyor: “William Saroyan 31 Ağustos 1908’de Kaliforniya’da bir Ermeni rahibinin oğlu olarak dünyaya geldi. İki yaşında babasını kaybeden Saroyan, annesi iş buluncaya kadar bir öksüzler evinde kaldı. Daha sonraları Kolej’e devam edip bir taraftan da hayatım kazanmak için gazete satıcılığı yaptı. Daha 13 yaşında iken ilk yazarlık denemelerine girişti. Okulu bitirmeden bırakan Saroyan telgraf müvezziliğinden muhabirliğe kadar birçok işlere girdi çıktı. 1933’de ilk kısa hikâyesi çıkan Saroyan aynı yılda “Uçan trapezdeki cesur delikanlı” adlı hikayesiyle büyük bir başarıya ulaştı. 1940’da Pulitzer armağanını kazandı. Geçenlerde yurdumuzu ziyarete gelen ünlü yazar, kökü topraklarımıza bağlı eski bir ailenin torunudur. Bu duygu yakınlığıyla, Saroyan, Anadolu’ya geçmiş, cedlerinin yaşadığı Bitlis’e gitmiş, orada, yüzlerini görmediği ninelerini, dedelerini hayal etmiştir. Akbaba Yayınevi, dünya şaheserleri serisine, bizim topraktan bir Amerikan yazarının eseriyle başladığı için mutludur.” Aynı eserin 1991 baskısında böyle bir vurgu yok. Saroyan için: Kitap...

Read More

Emperyalizm ve Kültür

Çeviribilim‘den: Son zamanlarda bazı okuryazarlar garip bir şey yapıyor: eski Türk yazarlarını, çevirmenlerini ele alıp günümüzün moda kavramlarıyla açıklamaya, eleştirmeye çalışıyor. Bazen verimli sonuçlar doğursa da bu, genellikle yabancı kavramlarla yola çıkıldığı için akılcı bir temeli olmayan sonuçlar ortaya çıkıyor. Nokta dergisinin 14-20 Aralık 2006 sayısında bu tür bir yazı var: “Mavi Anadolu’nun Bilinmeyen Yüzü” adlı bu yazı cumhuriyetin ilk aydın kuşağının “hümanist” değil, “milliyetçi” olduğu iddialarını ele alıyor. Günümüzün modası olan bu milliyetçilik avcılığı olasılıkla çok daha saçma yerlere varacak, herhalde yakında Cemal Süreya’nın da, Hz. Muhammed’in de milliyetçi olduğunu öne sürecekler. Yazının (yukarıda resim olarak aktardığımız) bir kısmında dönemin çevirilerinin de milliyetçi, militarist anlayışla yapıldığı, bazı çevirilerin eksiltildiği gibi bir fikir, çevirmenlerin kendi dipnotlarından yararlanılarak öne sürülüyor. Sabahattin Eyüboğlu’nun büyük bir çeviri klasiği olan Gargantua‘sı örnek veriliyor; herhangi bir metin çözümlemesi, çeviri sorunu tanımlaması yok: Çevirmen, Fransız askerleriyle devlet görevlileriyle ilgili kısımları atmış, demek ki milliyetçi ve militarist. Gargantua çevirisini okumuş herkes, bu muhteşem hiciv klasiğinin (kusursuz değil) enfes çevirisiyle ilgili yorumu yanıltıcı bulacaktır. Aşağıda Sabahattin Eyüboğlu’nun dünya görüşünü çok özlü bir şekilde yansıtan 1967 tarihli bir yazısı yer alıyor. “Emperyalizm ve Kültür” başlıklı bu yazı, güncelliğinden hiçbir şey kaybetmemiş, aksine çok daha güncel bir anlam kazanmış olması bir yana, bir bakıma Eyüboğlu’nun çeviri anlayışını da yansıtıyor. – Sabri Gürses EMPERYALİZM VE KÜLTÜR Bu kültür emperyalizmi kavramını bizde ilkin kim attı ortaya bilmiyorum, ama iyi tutturmuş doğrusu; bakıyorum aklı başında yazarlarımız bile duruyorlar üstünde, yeni sömürgeciliğe karşı savaşta bir silâh olarak kullanıyorlar bunu. Benim bildiğim bu kavram bir Fransız buluşudur ve kaynaklarından biri de Pierre Loti’dir. O Pierre Loti ki Batı kültürünü benimsemek isteyenlere karşı çarşaflı peçeli, inşallah’lı maşallah’lı Doğu kültürünü sürdürmek isteyenleri tutuyordu. Batı emperyalistlerinin istediği buydu zaten : Aman, doğulu doğulu kalsın! Fransız sömürgeciliğine karşı savaşan Arapları tutan Fransız yazarlarının tutumu şüphesiz Pierre Loti’ninkinden başkaydı, ama onlar da, çok iyi niyetlerle de olsa, Arapların Arap kalmasını, Batı kültürünün bir emperyalist ve burjuva tuzağı olarak görülmesini istiyorlardı. O kadar ki Fransız emperyalizmine karşı savaşan bir Cezayirli, Parisli okul arkadaşlarından aldığı hızla şu sözü söyleyebiliyordu: Moliere’in bir komedyası Cezayirliler için bir Fransız taburundan çok daha zararlı ve tehlikelidir. Hoppala! Aykırı bir düşünce bile değil bu; yalınkat, dört köşeli, daha doğrusu yuvarlak, kabağımsı bir söz bu. Saraylıları da Aristokratları da, Burjuvaları da, para babalarını da, para babalarına uşaklık eden yobazları ve din sömürgenlerini de halka gülünç pösferip Fransız Büyük Devrimini hazırlavan Moliere niçin kültür emperyalizminin adamı sayılır? O Moliere ki, yurdunun toprağına gömülmesine Kilise izin vermemiş ve Kralın araya girmesiyle gömülebilen ötüşü adsız insan kemikleri arasına karışıp gitmiştir. Madem Batı sömürgendir, Batı kültürü de sömürgenliğin buyruğundadır; emperyalistlerin kılıcı ve kültürü aynı şeydir; ikisi aynı yıkılası gücün iki ayrı belirtisidir, diyor, demek istiyor Kültür Emperyalizmi kavramını ciddiye alan aydınlarımız....

Read More

Çeviri ve Çevirmenler, Cemal Süreya

Yeryüzünde yürüdüğümüz her yoldan daha önce biri geçmiş: ya bir kedi ya ünlü biri. Cemal Süreya da çeviri yaptığı gibi çeviri üzerine yazmış. Çevirmen, diyor Cemal Süreya, “gözden çıkarılmış üçüncü kişi.” Aşağıda yer alan “Çeviri ve Çevirmenler” yazısında ilginç bazı ayrıntılar var. Çevirmenlerin geçim ve kabul edilme sıkıntılarının her yerde hep aynı olduğunun görülmesi bir yana, Fransa’da kurulan derneğin “siyasayla ilgilenmediğini” özenle belirtiyor Süreya. İlk ve öncelikli olarak emeklilik hakkı, ücret ve isim üzerinde duruyorlar. Türkiye’de siyasetin insanları delirttiği 1975 yılında Süreya’nın bunun üzerinde durması ilginç; Türkiye’de siyaset hâlâ insanın üzerine üzerine geliyor, meslek birliklerinin bundan kaçınması hâlâ gerekiyor. ÇEVİRİ VE ÇEVİRMENLER / Cemal Süreya 1972’de Nice’te toplanan uluslararası çeviri kurultayında şair Guillevic şöyle diyordu: “Çeviri olmasaydı, İncil, dağınık ya da bir arada yasayan Yahudi topluluklarının malı olarak kalacaktı; Homeros ve Platon eski Grek uygarlığıyla birlikte yitip gidecekti; Marx, Freud ve Jung, Almanca konuşulan toprakların ötesine, geçemeyecekti; Fransızlar Shakespere’i, Ossian’ı, Goeıhe’yi okumasalardı, Fransız romantizmi başka bir görünüm içinde gelişecekti.” Asturias da çevirmenler için şöyle demişti: “Feda edilmiş kahramanlar.” Çevirmen, bir kitabı kendisi için olduğundan çok, başkaları için okuyan kimsedir. Ulusları birbirine açıklayan, yaşamını onların kültür ballarını birbirine iletmekle geçiren bir adam. Abbe Desfontaines, 1727’de, Gulliver’in Yolculukları‘nı çevirerek Fransızlara yeni bir eğleni ve yergi türünün çevrenlerini açmıştı. Ölüler Evinden Anılar‘ın çevrilmesi de Rus polisinin ve sansürünün durumu üstüne Batıda büyük yankılar uyandırmıştı. Çeviri konusunda ilginç bir incelemesini okuduğumuz Lily Denis, iki örnek daha veriyor. Birincisi Dostoyevski üstüne. Lily Denis’e göre, Dostoyevski, Eugenie Grandet‘yi çevirirken kendi sanatı üstüne yeni bir aydınlıkla dolmuş olabilir. Ama ikinci örnek daha ilginç ve ulusların, uygarlıkların kültür alışverişleri konusunda daha anlamlı. Maurice Simaşko adlı yazarın özellikle eski İslâm dünyasını temel alan, Orta Asya’dan İspanya’ya dek, İslâm kültür ve yaşayış biçimlerini tema olarak kullanan güzel romanları vardı. Bunlar Batı yayınevleri için pek o kadar ilginç gelmiyordu. Bu yüzden de Batı dillerine pek çevrilmiyordu. Ama, günün birinde, Fransızca-Arapça basılan bir derginin yöneticisi, bu yazarı okuyup sevmiş, Arapçaya çevirtmiş. Arap dünyasında büyük ilgi uyandırmış bu yapıtlar. Hemen her Arap ülkesinde üst üste baskılar yapmış. Çevirinin ikinci bir işlevi de bir ülkede, bir ortamda, türlü nedenlerle yasaklanmış düşüncelerin, başka bir ülkeye, başka bir ortama akarak, yaşama olanağı bulmasını sağlamasıdır. Yani çevrilmekle yapıt korunmuş oluyor. “Çevrilen bir yapıt, yakılmaktan yakayı sıyırmıştır.” diyordu Voltaire. Gerçi günümüzde kitapların yakılması olayına daha az rastlanmaktadır, ama toplanan kitaplara, yayımı yasaklanan kitaplara çok yerde rastlanıyor. Bu bakımdan Voltaire’in bu sözü günümüz dünyasında anlamını bütün bütüne yitirmiş değil. Lily Denis, incelemesini şu sözlerle bağlıyor: “Çevirmenler uluslararası zenginliklerin taşıyıcıları, ileticileridir.” Birçok ülkede çevirmenlere, yazarlara tanınan haklar tanınmıştır. Bununla birlikte bu hakların çoğu kâğıt üstünde kalmaktadır. Çevirmenin bazı ülkelerdeki durumuna kısa bir göz atalım. Fransa’da; 1947’de kurulan S.T.F.’nin (Fransız Çevirmenler Derneği) çalışmaları sonucu bazı haklar elde edilmiştir. Çevirmen yayıneviyle...

Read More

M.E.B. Klasikleri Nerede?

19 Mart 1947 tarihinde yayımlanan 41-42 sayılı Tercüme dergisinde, Tercüme Bürosu’nun bir açıklaması ve hazırladığı bir klasikler listesi yer alıyor (bu liste pdf olarak aşağıdan indirilebilir). Bu açıklamaya göre, 1943-7 yılları arasında, M.E.B. tarafından beş yüzü aşkın kitap yayımlanmış ve daha birçok eserin yayımlanması tasarlanıyordu. Bugün, eğer şehrinizde bulabilirseniz, bir M.E.B. kitap satış merkezine gidin. Bir katalog isteyin. Büyük olasılıkla, size birkaç yıldır böyle bir katalog hazırlanmadığını söyleyecekler. Böyle bir katalogun internet üzerinde de bulunmadığını belirtecekler. M.E.B. klasiklerini görmek isteyin. Kaç tane görebildiğinizi not edin ya da bir kağıda yazın. Uzun bir liste olmayacaktır. Yayım tarihlerine bakın. Oradaki görevlilere ve kendi kendinize bir sorun, 1947 yılının yakında 50. yılını dolduracak olan 500’ü aşkın kitabı nerede, ve geçen zaman zarfında bu sayının artmış olması gerekmez mi? Bu sayı arttı elbette, bir tarihe kadar M.E.B. doğudan batıya çok sayıda dünya klasiği yayımladı. Sonra bir şey oldu ve bu klasiklerin önce bir kısmı, sonra tamamı yayımlanmaz oldu. Ne olduğu üzerinde ayrıca düşünmek gerekir, fakat önce şu soruyu sormakta zarar yok: M.E.B. Yayınevi devletin yayınevi, dolayısıyla halkın yayınevi, bu yayınevi halkın parasıyla yaptığı yatırımı istediği zaman ortadan kaldırabilir mi? Şu benzetmeler geliyor akla: Arkeoloji Müzesi’ndeki eserler bir gün ortadan kaldırılabilir mi? M.E.B. Klasikleri günümüzde M.E.B.’nın tavsiye ettiği 100 Temel Eser’e dönüştürüldü, müzelerdeki eserler de bir gün tavsiye edilen eserler haline dönüştürülebilir mi? Örneğin Kültür ve Turizm Bakanlığı artık bu eserleri kendi müzelerinde sergilemeyeceğini, sözgelimi Londra Milli Müzesi’ndeki lahitlerin görülmesini tavsiye ettiğini söyleyebilir mi? Ya da, M.E.B. dünya klasikleri çevirilerinin bir kısmı günümüzde özel yayınevleri tarafından yayınlanıyor, M.E.B. Yayınevi de bir gün SEKA gibi, Telekom gibi özelleştirilebilir mi? Yoksa zaten özelleştirildi mi? Buradaki yaklaşım hatalı olabilir, ücretsiz ve denetimsiz ders kitapları yayımlayan bir bakanlık, klasiklerin çevirilerinin yayımına devam etmek için bütçesinin olmadığını söyleyebilir, hatta büyük kısmı edebiyatçılar tarafından yapılmış, Tercüme Bürosu tarafından incelenmiş olan bu çevirilerin sorunlu olduğu da öne sürülebilir. Ama temeldeki soru değişmez: M.E.B. klasikleri nerede, halkın parasıyla yapılmış olan bu büyük yatırım şimdi nerede? 19 Mart 1947, M.E.B. klasikleri listesini indirmek için: 1947 (yaklaşık 6.5 mb’lik bir...

Read More