Nâzım Hikmet: Dil Yürüyor

Son günlerde, yanıltıcı ya da eksik çerçeveli bilgilerin yayılması sıkça karşılaşılan bir olgu olmaya başladı. Dil alanında bu tür bilgilerle çok yoğun bir şekilde karşılaşılıyor. Eski yazıdan yeni yazıya geçilmesinin “bir hamlede olduğu, bir gecede gerçekleştiği, travma yarattığı, sıfırdan başlayan bir toplum yarattığı” gibi abartılı yorumlar bunların en çarpıcı örnekleri. İşin üzücü yanı, bu tür genel yargıların büyük kısmının herhangi bir tarihsel örneğe dayandırılmadan, soyut varsayımlar olarak şekillendirilmesi: tarihle ilgili bir kolaycılık, her dünya görüşüne yerleşmiş durumda. Oysa çok basit sorular bu tür genellemelerin doğruluğunu tartışmalı kılabilir: örneğin, eğer eski yazının terk edilmesi bir sarsıntı yarattıysa, nasıl Nâzım Hikmet gibi, şöhretine eski yazıyla başlamış ve yeni yazıyla uluslararası ün sahibi olmuş bir yazar ortaya çıkabildi? Nasıl sayısız edebiyatçı, Melih Cevdet Anday gibi edebiyatçılar her iki yazıyı da kullanabildiler? Ya da: eğer eski yazı, Osmanlıcanın yok olması bu kadar derin bir travmaya yol açtıysa, neden Arapça Kuran okumayı öğreten Kuran kursları aynı zamanda eski yazı dersi veren kurslara dönüştürülmedi? Bu soruların sonu gelmez. Belki de en iyisi, dönüp bu dönüşümü yaşayanların ne düşündüğüne, örneğin Nâzım Hikmet’in ne düşündüğüne bakmak. 1934 yılında Nâzım’ın Aydınlık gazetesinde yayımladığı makaleler arasında bu konuyu ele alan iki makale var: ÖZ TÜRKÇE DÜŞÜNCELER Dönüm Yeri Türkçe bir dönüm yerindedir. Er geç bu dönümü dönecektir. Dilimizin temizliğe, güneşli su gibi ışıklığa doğru akışının önüne geçilemez. Dönüm  yerleri köpüklü olur, bulanık olur.. Dönüm yerinde su dalgalıdır… Dilimiz de dönümünü dönerken köpüklenecek, bulanacak, dalgalanacak.. Bu köpüklenmeden, bu bulanmadan tiksinenler, korkanlar olacaktır.. Tiksinenleri böğürtüleriyle, korkakları korkularıyle başbaşa bırakalım… Dibinin derinliklerini karıştırarak dönümü geçen büyük akarsuda gemisini kullanamayanlar, batacaklardır.. Yırtık yelkenleri acem atkısından dokunmuş, hurma ağaçlarından işlenmiş tekneleri delik deşik gemiler, batacaklar!.. Onlar ağır kokulu, durgun, ışıksız sularda yüzmeye alışmışlardır. Ne bu doğudan esen delikanlı yele yelken tutabilirler, ne de bu köpüklü, kaynayan, baş döndürerek akan sulara dayanabilirler… Dönüm  yeri acımak bilmez… Dilimiz, dibinin derinliklerini karıştırarak suyun yüzüne birçok sözler çıkardı… Bunların içinden gerisin geriye, dibi boylayacaklar yok değildir.. Birkaç söze takılıp köpükleneni, akanı görmeyenler var.. Ne yapalım? Anadan doğma körlere gözlüğün yararlığı dokunmaz ki, takalım.. Dilimizin, bugün içine girdiği dönüm yeri; konuşma diliyle yazı dilinin arasındaki derin ayrılığı kaldıracak; yalnız ikisini de temizleyerek ışıklan dırarak bu işi yapacaktır.. Ben, kendi payıma, ne yeni sözlerden korkuyorum, ne de birçoklarını yadırgıyorum.. Becerikli bir yapıcı, kurulan yeni yapıda, onların bir çoğunu yadırgatmadan kullanabilir.. İş becerikli olmakta… Dil yürüyor.. Yürüyenin önüne durulmaz.. 12 Teşrinisani 1934 KURTULUŞ Dün Edirne’nin kurtuluşu kutlulandı… Kurtuluş şenliklerini; biribiri ardından, biribirini bütünleyen, inanılmayacak kadar güzel seslerle örülmüş bir türkü gibi çağırıyoruz! Bu türkünün her haykırışı, ya dış emperyalizmin, ya iç derebeyliğin beynine inmiş yumruktan çıkan bir yankı, bir ses karşılığıdır.. Sözler vardır, istenilen anlayışa çekilebilir.. KURTULUŞ sözünün, nerde olursa olsun, anlattığı nesne tektir… Sözler vardır, soyları belli olmaz.. Kullanıldıkları yere göre boyalan değişir.. KURTULUŞ sözü...

Read More