“Yanlışlıkla gelmişim bu dünyaya, yaşamaya mecburum”

Posted by on Kasım 5, 2008 in Güncel

Sercan, karşıdan karşıya geçerken önce karnında bir acı duydu, sonra sağa baktı, arabayı gördü. On dört yaşındaydı, evden bir dilim ekmek yiyerek çıkmış, okula gidiyordu. Şoför kaçmaya çalıştı, yakaladılar; ailesinin olaydan saatler sonra, polisin uzun araştırmasıyla haberi oldu: Sercan’ın cep telefonu yoktu, cüzdanındaki kimlikten adını öğrenip semtte soruşturdular, caminin minaresine takılı baz istasyonu değil, bakkal ve gecekondu sakinleri tanıdı onu.

Sercan ölmedi, ağır yaralandı. Şoföre kırmızı ışıkta geçerek kızın ölümcül yaralanmasına neden olmaktan tazminat davası açıldı. Uzun süren davanın sonunda şoförün aldığı mahkumiyet para cezasına çevrildi, ailenin hastane masraflarının yarısını bile karşılamadı bu cezadan aileye düşen pay. Ailesi Sercan’ı seviyordu, ona baktılar, Sercan kurtuldu, okula da devam etti. Uzun yıllar inatla okudu, ailesinin yetişemediği yerde burs aldı, üniversitede petrol mühendisliği bölümünü kazandı, okudu. İngilizce öğrendi bu arada okulda, kursa gitti geliştirdi becerisini, alanıyla ilgili kitapları okudu, bulduğu edebiyat kitaplarını okudu. Mezun olduktan sonra alanında iş bulamadı, çeşitli yan işlere girdi çıktı, birçok iş yaptı. Ağır bir kriz döneminde dil yeteneğini ve becerisini çevirmen olarak kullanma olanağı buldu, kitap çevirmenliğine başladı.

İş azdı, yoğun rekabet vardı, kaçırmamak için sayfa başına akıl almayacak fiyatlara iş yaptı. Bazen çeviri ücreti sayfa başına 4 liraya kadar iniyordu. Kitaplarda isminin görünmesi, tanınmak için çaba harcadı. Yüz Temel Eser furyasında o da bazı klasikleri çevirdi. Kriz dönemindeki birçok çevirmen gibi o da kötü yayınevleriyle çalışmak zorunda kaldı: Ona bir kerelik para ödediler, çevirilerinin kaç adet sattığını söylemediler, inatla dil bilgisini olabildiğince kullanıp elindeki işlerin en iyisini yapmaya, çevirileri kendi ruh dünyasının iklimini yansıtacak bir üslupla, kendine has yaratıcılığıyla çevirmeye çalıştı.

Böyle bir gün kitap fuarına gitti. Çevirdiği kitapların yayınevleriyle buluşmasını görmek istedi. Kataloglarda adının yazmadığını gördü, aldırmadı. Çevirdiği kitapları alan elleri seyretti bir köşeden. Sonra, bir ara, kendi çevirdiği kitapların başka çevirilerine bakmak için başka yayınevlerinin mekanlarını gezmeye başladı. Birdenbire dehşete kapıldı: kendi çevirileri, birkaç sözcük birkaç virgül değişikliğiyle, bazen kısaltılarak bazen uzatılarak, bazen daha yüksek fiyatlarla bazen daha düşük fiyatlarla yayımlanmıştı. Kendi özgün kitaplarının birkaç adım ötesinde kopya kitapların durduğunu gördü, şaşırdı, korktu, üzüldü.

Yayımcısından bir şey yapmasını istedi, yayımcı hiçbir şey yapamayacağını, bunlarla mücadelenin imkansız olduğunu söyledi karşısında duran kopya kitap kalabalığını seyrederek. Sercan’ın kafası karıştı, cebindeki son parayı bir faturaya vermemiş olsa hemen gidip bir bidon benzin alacak kadar öfkelenmişti. Aynı anda midesinde bir sancı hissetti, açtı, kitap fuarından dışarı attı kendini. Düşünüp dururken karşıdan karşıya geçtiğinin farkına varmadı, sonra sağa baktı, arabayı gördü. Yirmi dört yaşındaydı.

*

Bu naif kurgu metne iki haber (Sabah – Özge İpekçioğulları: “Bütün gün aç kaldı, dönüşte araç çarptı” ve Bugün – “Akıl almaz karar! Öğrenciyi ezdi, kurtuldu!“), Tüyap Kitap Fuarı’nda çeviri intihali kitaplarla özgün kitaplar arasında hâlâ bir iki metre mesafe olduğunu görmek, çeviri piyasasıyla ilgili güncel bir araştırma (Referans – Özgüç Kozan: “Küresel ekonomi çeviri pazarını 30 katı büyüttü“), intihalcilerin Frankfurt’a kadar geldiğini görmenin hatırası ve ilgili örgütlerin tatsız suskunluğu kaynak oldu. Sercan Borduk adlı masuma, gittiği yerde güzel yaşaması, yine böyle güzel gülmesi, gençlerin böyle umutsuzca yaşamaması umuduyla adanmıştır.