Sorun Acımasız Liberal Kapitalizm Değil, İsrailmiş Meğer

Posted by on Şubat 2, 2009 in Deneme, Güncel, Manşet

Ve Gazze süreci şaşkınlık verici bir sahneyle perdeyi kapattı. Oyunun burada sona erip ermediği konusunda kararsızız seyirciler olarak, sahneye gelip selam vermeleri için alkışlıyoruz oyuncuları. Ama kimbilir, belki de sadece bir perde arası bu ve birazdan oyunun yeni bir sahnesi başlayacak.

Oyun sırasında çevirmenler her zamanki gibi sahneye çıkmadı, görünmediler. Fakat Davos’ta başbakanın ve diğer katılımcıların sözlerini İngilizce ve Türkçeye kimler çevirdi gerçekten? TRT’de oynatılan versiyonunda, İngilizce çeviri ılımlaştırıcı bir çeviriydi; başbakanın dağınık, yabancı bir dilde vurgu ve anlam taşımayacak olan Türkçe ifadelerine anlaşılırlık katmaya çalışan, sert vurguları kabul edilebilir duygusal ifadelere çeviren bir çeviriydi. Kim yaptı bu çevirileri: Davos’un resmi çevirmenleri mi, başbakanlık çevirmenleri mi? Yine de başbakan çeviride kaybolanın riskine bırakmadı kendini, vücut hareketleriyle açık seçik dile getirdi ifadesini.

Sonra başbakan o sahneden çıktıktan sonra hemen ikinci bir sahneye geçti: çeviride kaybolmaması için, neden ilk sahneyi terk ettiğini açıklamak üzere bir basın toplantısı düzenletti. Ve o sırada ilk sahnede dinleyiciler arasında yer alan çevirmenler görünür oldu: eski başbakan danışmanı Cüneyd Zapsu ve Coca-Cola lideri Muhtar Kent (Haber 10). Onlar da basın toplantısı sırasında söylenecek olan ifadelere çekidüzen verdiler. Sonra da başbakan, tepkisinin önceki sahnedeki forum düzenleyicisi figürüne yönelik olduğunu açıkladı. Ertesi gün basın bu açıklamayı daha açık seçik bir ifadeye çevirdi: “Ermeni asıllı Amerikan vatandaşı Ignatius’un .. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Ermeni lobisiyle hareket ettiği de iddia ediliyor.” (TRT Haber).

Burada Beckett’vari bir oyun içinde oyun haliyle karşı karşıyayız ve çeviriler Beckett kahramanlarının monologları gibi dağınık, ima görünümlü imasız ifadelerden oluşuyor. Sadece, deyim yerindeyse “efendi-gösterenler” yol gösteriyor: başbakanın 29 Ocak günü katıldığı iki panelin başlıkları. İlk panel, “Büyük Oyun Yeniden” (The Great Game Revisited) başlığını taşıyordu. Azerbaycan, Ermenistan, İran ve Türkiye temsilcileri katıldı. Bölgesel işbirliği ve Azerbaycan, Ermenistan ve Türkiye’nin Avrupa Birliği yönelimi konuşuldu. 14:30-15:30 arası süren bu panelin ardından, 18:3-19:15 arası ikinci panel yapıldı: “Gazze: Ortadoğu Barışı Sorunu” (Gaza: The Case for Middle East Peace). Panele Birleşmiş Milletler, Arap Birliği, İsrail ve Türkiye temsilcileri katıldı. Burada “efendi-gösteren,” “Büyük Oyun” yani on dokuzuncu yüzyıl sonunda fiili olarak başlayan Osmanlı Devleti’nin çöküşü ve paylaşılması süreci. Dikkat edilirse, her iki panelin katılımcıları da yirminci yüzyıl başında ortaya çıkmış devlet ve birliklerden oluşuyor, yani iki parça halinde süren Büyük Savaş’ın I. ve II. Dünya Savaşları’nın yarattığı oluşumları içeriyor.

Dolayısıyla, eski Osmanlı coğrafyasının yeniden yapılanmasını içeren Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşbaşkanının tam da bu projenin tarihsel sürecini konu eden uluslararası bir panelde keyfi ya da fevri davranması beklenemez. Sahne, eşbaşkanın Gazze sorununu BOP’un merkezine alıp şiddetli açıklamalar yapmasıyla açılmıştı; Davos’ta düzenlenmesini önerdiği (bu da oldukça ilginç bir ayrıntı) toplantıya bir Filistin temsilcisi davet etmek yerine bizzat Hamas’ı savunarak İsrail’i bizzat suçlamasıyla kapandı. Burada bunun bir oyun olduğunu, bir BOP tiyatrosu öne sürmekte yeni bir yan yok, asıl önemli olan, oyunun sahnedeki herkesi içerip içermediğini saptayabilmek. (Peres’in heyecanlı konuşmasıyla sakin tepkisi arasındaki fark, bir fark mıydı?)  İsrail yönetimi ve Hamas arasında bir taraf benimsemenin de bir anlamı yok; İsrail geçen yüzyılın başındaki Büyük Oyun’un sonucunda kuruldu, Hamas da büyük ölçüde Filistin’deki toplumcu eğilimlere karşı kurulmuş, yakın tarihten gelen karmaşık bir örgüt. (Tıpkı PKK gibi: terör, her koşulda toplumsal bütünlük duygusunu ve fikrini, biyolojik ve geçici heyecanlara yönelterek bozma amacı taşır.) Yahudi ve Filistin halklarının çilesi bu sözde taraflardan ayrı olarak değerlendirilmeli.Yeryüzünün bütün ülkelerini şirketler ve lobiler, büyük kaynak ve pazar paylaşımları için yönetirken liderlerin ve keyfi karar ve tavırlarının halkları temsil ettiğini düşünmekten daha gülünç bir şey olmasa gerek.

Bu yüzden, asıl bakış açısını kaybetmeden asıl soruyu sormak lazım: neden Davos’ta PKK’ya ya da Hamas’a, İsrail’e ya da Türkiye’ye silahları ve askeri hammaddeleri kimin sattığını, kimin topuk mayınlarından üzüm bombalarına bütün bu silahları üretip yeryüzüne saçtığını, bütün bu silahları satın alan paranın hangi metropollerin hangi bankalarında dolandığını sormak yerine; ilaç ve gıdaların ambargoyla engellenebildiği, ama bu dehşetengiz silah alışverişlerinin engellenemediği bir dünyanın nasıl bir yer olduğunu sormak yerine İsrail’i suçlamak gerekir? BOP eşbaşkanının İsrail’i karşısına alma tavrı sergilemesi neden gerekir?

Bütün bunlar Büyük Oyun’lar. Her anında çevirmenlerin ister istemez rol aldığı, dilin merkez olduğu oyunlar. Tam olarak izlemek güç bunları, fakat Davos’la eşzamanlı olarak düzenlenen, Türkiye’nin dil ve kültürünün Osmanlı imgesiyle ele alındığı bir konferans bazı fikirler uyandırabilir: “Uygarlıklar İttifakı: Kültürlerin Kavşağında Türkiye.” Başlıklardan biri oldukça aydınlatıcı: “M. Fetullah Gülen’in Dünya Barışı Planı.” Bu konferans Kennesaw State University, Birleşmiş Milletler Uygarlıkların İttifakı topluluğu ve Atlanta’daki Istanbul Center tarafından düzenleniyor; ve kimbilir, belki de, başbakanın neden Davos’tan Ankara yerine İstanbul’a döndüğünü de, neden daha yıllarca İstanbul’un başında olmak istediğini de açıklıyor.

Islamic LiberalismSiyasi sorunları ve perspektifleri yanıtlamak zor, fakat çeviribilimciler bu kaotik manzaranın arkasında bazı kitapların neden yazıldığını ve bazı çevirilerin neden yapıldığını sorarak bir anlam aramaya çalışabilirler belki. Örneğin, 1988 yılında Leonard Binder, Chicago Üniversitesi Yayınevi tarafından yayınlanan “Islamic Liberalism: A Critique of Development Ideologies” adlı kitabını neden yazdı? Bu kitap 8 yıl sonra Kayseri’deki (Kayseri!?) Rey Yayıncılık tarafından Yusuf Kaplan çevirisiyle “Liberal İslâm” adıyla neden yayınlandı? (İlginç bir şekilde bu farklı çeviri – yani “İslami Liberalizm” yerine “Liberal İslam” çevirisi – yine 1988 yılında yayınlanan bir antolojinin adı: “Liberal Islam.” Bu kitabın Türkiye referanslarını incelemek de ilginç.) O zamandan bugüne hangi dergilerde, kimlerin yazılarında referans olarak yer aldı? Neden özgün kitabın kapağında ters bir Türkiye bayrağı ve Anıtkabir vardı ve çeviri kitabın kapağı bunun yerine sade, gülen bir yeşildi? Eğer Türkiye’de toplumsal gelişme ideolojisi terk edilirse, yerini İslami liberalizm mi alır, yani bir tür İslami kola? Acaba sömürge tipi liberalizme teslim olmuş Türkiye’nin ardından, İsrail bölgedeki son engellerden biri mi? Yoksa “Liberal İslam”ın bölgeye tam olarak hakim olması için “yerel Kemalist ideolojiden” daha köklü bir “ötekine” mi ihtiyaç var? Yoksa oyunun sonuna kadar oyundaki ipuçlarını bir araya getirip cinayeti gerçekten kimin işlediğini bulamayacak mıyız? Oyunun sonunda Gülen kim olacak?