“Özgürlüğümüz İçin Ödememiz Gereken Bir Bedel”

Posted by on Temmuz 10, 2009 in Çevirmenle Söyleşi, Manşet, Rusyadan

Natalya Leonidovna Trauberg (5 Temmuz 1928- 1 Nisan 2009): İngilizce, Fransızca, İspanyolca, Portekizce, İtalyanca çevirmeni. Çevirdiği yazarlardan bazıları: İspanyolcadan; Miguel Delibes Setién, Camilo José Cela, Ana Maria Atute, Portekizceden; José Maria de Eça de Queiroz, Fransızcadan; Jean Baptiste Pierre Antoine de Monet, Henri Lacordaire, Eugène Ionesco, İngilizceden; Sir Pelham Grenville Wodehouse, Gilbert Keith Chesterton, Clive Staples Lewis, İtalyancadan; Luigi Pirandello.

Babanız ünlü bir yönetmen.. Ailenizde edebiyatla ilgili birileri var mıydı?

Annemle babam oldukça entellektüel bir aileden geliyor. Babam Odessa’lı burjuva bir aileye mensup. Dedem Zahar Trauberg bir muhasebecinin oğlu fakat daha gençliğinde bu işini bırakıp gazetede çalışmaya başlıyor, daha sonra ailesiyle Petersburg’a göç ediyor ve burada yayıncılıkla uğraşıyor, daha doğrusu büyük bir yayınevi olan Kopeyka’ya ortak oluyor,  ama orada da sebat etmiyor.. Dindar (sanırım Yahudiydi), neşeli, sevimli bir insandı. Anneannem Mariya Petrovna’nın harika bir kadın olması ve iyi bir kız lisesinde Rus edebiyatı öğretmenliği yapması dışında annemin ailesinin edebiyatla bir ilgisi yoktu. Dindar bir kadındı, Leskov severdi. Dedem memurdu.

İspanyolca, İngilizce, Fransızca, Almanca ve Portekizce okuyabiliyorsunuz. Bütün bu dilleri nerede öğrendiniz?

Çocukluğumda Fransızca ve Almanca hocalarım vardı. Annem kendisi nasıl yetiştiyse beni de öyle yetiştirmek istiyordu. Onbir yaşında sevdiğim kitaplar (Küçük Kadınlar, Küçük Prenses) İngilizce yazıldığı için onları orjinalinden okumam gerektiğini anlamıştım. Fransızca ve Almanca’yı zaten bildiğimden İngilizce okumaya başladım ve onaltı yaşına geldiğimde İngilizce okuyabiliyordum. Ama dili daha sonra öğrendim. Bir süre ortaöğretimde  İngilizce dersleri vermek için gereken diplomayı alamadım, çünkü Eski İngilizce dersini verememiştim. (Üniversitede okurken ortaçağ uzmanı olmak istiyordum).

İlk olarak “evet ben çevirmenim” dediğiniz zamanı hatırlıyor musunuz?

Üniversite üçüncü sınıfta düşünmüştüm. Uçuyorum gibi gelmişti fakat bu uçuş açıkça yanıltmıştı beni. William Butler Yeats‘a kadar birçok yazarı çevirene dek kendimi kandırdığımı anladım.

Şimdi geriye baktığınızda hangi eserle birlikte çevirmen olduğunuz düşünüyorsunuz?

Çeviri yapmayı seviyorum fakat hiçbir zaman çıkardığım işten tam olarak memnun kalmıyorum.

En sevdiğiniz yazarlar kimler? Zevkler de zamanla değiştiğinden belki de yanlış bir soru soruyorum?

Geçenlerde bana Oxford’da bir soru yönelttiler: “Para kazanma kaygısı olmasa hangi yazarları çevirirdiniz?” diye. Böyle bir durumda Sir Pelham Grenville Wodehouse’u ve Gilbert Keith Chesterton‘ı çevirirdim. Sevdiğim yazarlar bunlar çünkü.

Наталья Леонидовна Трауберг

Çevrilemez eser var mıdır, bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Sanırım yok. Sadece başka bir dilde benzer üslubu yakalayabilecek çevirmeni bulmak gerekiyor. Diğer bir sorunsa bu insanı aramanın uzun sürebilecek olması. 1989 yılına kadar Sir Pelham Grenville Wodehouse’un çevrilemeyeceğini düşünmüştüm. (O zaman Wodehouse’ la ilgili Rusça ulaşabileceğimiz tek metin, Wodehouse’un  iğdiş edilmiş hali olan, 20’li yıllarda yapılan bir  çevirisiydi). Hizmetçiyle “çocuklar”, “kıyak”, “sen” gibi gibi argo sayılabilecek sözcüklerle konuşmak düpedüz bayağılık sayılırdı. Chesterton’ı kötü bir çeviriden okurken bile (her zaman değil elbet) yazarın iyi birşeyler düşündüğünü görürsün. Wodehouse’da ise dil çok önemli, metinleri sözcüklerdeki farklı göndermelerle örülü. 1989 yılının sonunda Lord Emsworth ve Domuzu serisini çevirmeye başladım. Lord Emsworth ve Kızarkadaşı öyküsünü çevirirken öncelikle Wodehouse‘un eserleri üzerinde çalışmanın benim için müthiş bir mutluluk olduğunu, sonra kahramanların ağzından keyifle yazıp konuştuğumu anladım. Bundan nasıl bir sonuç çıktığı ise okuyucunun takdirine kalıyor.

Rusçaya çevrildiğinde mahvolan  çok eser yayınlanıyor mu bizde?

Evet, çok fazla, yeteneksiz çevirmenler yüzünden olan bir şey bu. Şimdilerde çeviri eserlerde söz dizimi bakımından zayıf, kötü cümlelere sıkça rastlanıyor. Ama neyse, çeviri edebiyatının şimdiki durumu özgürlüğümüz için ödememiz gereken bir bedel.

Çeviride redaktör ne derece önem arz ediyor?

Eskiden nitelikli yayınevlerinde, örneğin “Hudlit”te mükemmel redaktörler çalışırdı. İnostrannaya Literatura‘dan (Yabancı Edebiyat) Viktor Aşkenazi harikulade bir redaktördü. Bütün çevirmenler bazen saçmalar. İyi bir redaktör yaptığımız işi kartal bakışlarıyla inceler. Henry Graham Greene‘in Bir Romanın Sonu kitabını çevirdiğimde “sıcak su torbası kılıfı” yerine “kutu”, “tahıl” yerine  “bakla” yazmışım. Viktor bu hataları anında düzeltmişti. Şimdi birçok yayınevinde redaktör yok, hatamı kendim farketmezsem kitaptan kitaba aktarılır.

Çağdaş İngiliz Edebiyatını iyi buluyor musunuz?

Çağdaşı hayır. Ben John Robert Fowles’da kalmışım. Geçenlerde Stephen John Fryın birkaç kitabını, özellikle de Yalancı’yı çok dikkatli inceledim. Roman bolca yalan söyleyen ve ergen bir çocuğa aşık olan eşcinsel bir genci konu alıyor. Bence çok güzel bir kitap, şüphesiz iyi yazılmış ama benim bu tip edebiyat için bir anahtarım yok. Bana bu kitabı Franciscus Assisiensis – Sanctus Aurelius Augustinus düşüncelerini benimsemiş bir  teoloğun, insanoğlunun lüzumsuz ihtiraslarını ifşa etmek için yazdığını söyleselerdi anlayabilirdim fakat öyle olmadığı aşikar.

Peki Çağdaş İspanyol Edebiyatını okuyor musunuz?

Çağdaş İspanyol Edebiyatını hiç bilmiyorum. Miguel Delibes Setién, Camilo José Cela‘da (70’li yıllar) takılıp kalmışım, onları çok seviyorum ve de zevkle çevirdim. Bir İspanyolca kitap çevirecek olsam Juan dе la Сruz’dan olurdu, bu yurtdışından bir sipariş.

Her gün çeviri yapıyor musunuz?

Yapmaya çalışıyorum. Gençliğimde hergün yapardım.

Çeviri için ilhama ihtiyaç var mı, yoksa çeviri sıradan bir iş mi?

Tabii ki ilham şart. Çevirmen eserde kendisini tamamen eritip yazara adıyor. Kabaca ifade edecek olursak, ikona ressamının bir  ressamın eserini çizerken kendisini öldürmesi gibi, çevirmen de kendi içinde kendisini öldüremiyorsa çalışamaz. Kimse beceremez, çevirirken ben de çevirdiğimden daha çok yazıyorum. Birkaç çeşit çevirmen vardır. Örneğin çeviride yazardan çok kendisini öne çıkaranlar, rahmetli Andrey Kistyakovski öyleydi, keza şimdilerde Vladimir Muravyev öyle. Andrey, ” Ben Jukovski ekolünden geliyorum, ben yazarım” derdi. Birebirciler var. Başta da belirttiğim üzere  Anatoliy Geleskul, Boris Dubin, Grigoriy Daşevski tabii Viktor Golışev gibi eserde kendisini eritenler var. Nabokov’u Golışev’in çevirinden okuduğunuzda metnin aslının İngilizce yazıldığına inanamıyorsunuz, Rusça yazıldığına da.. Son zamanlarda genç çevirmen Katya Dobrohotova-Maykova’yı çok beğeniyorum, çok zarif bir kalemi var.

Şiirin tam olarak çevrilmesi mümkün mü, bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Eskiden şiir çevirmiyordum ama şimdi mecburum, yayınevine bunu başkasına parayla yaptırmasını ria edemem. Bir zaman Spencer‘dan üç satır olduğunda birini arayıp rica ediyordum, çeviriyordu. Şimdi kendim çevirmek zorunda kalıyorum. İnsan beceremediği bir işi yapamaz örneğin çocukluğunda dans etmediyse balerin olamaz. Kendimden biliyorum, dedem bale okuluna göndermediği için annemim balerin olma hayali suya düşmüştü, o da bu hayalini ben de gerçekleştirmeye çalıştı. Bir süre hareket edemememe sebep olmuştu bu. Hiç şiir yazmadım fakat şiiri her zaman çok sevdim. Şimdi şiir çevirken bir zamanlar bize öğretilenleri hatırlıyorum. Şiir çevirmek çok hoşuma gidiyor, bunu söylerken çok utansam da..

Eski çevirilerinizi gözden geçirme, birşeyler düzeltme isteği duyuyor musunuz?

Çok meşgul olduğum için şu sıra hayır. Elbet birşeyleri değiştirmek isterdim. Federico García Lorca’nın bir piyesini yeniden çevirmiştim. Camilo José Cela‘nın üstesinden gelebilmiş miyim, şu an bakmak ilginç olurdu, bu yazarı çok beğenmiştim. Belki de Camilo José Cela ya da Miguel Delibes Setién artık “gitmiyordur.” Şu an formumda değilim, çeviri için en iyi çağ geride kaldı.

Çeviri için “altın” bir çağ olduğunu mu düşünüyorsunuz?

Bilmem, benim için bu çağ otuzumdan altmışıma kadardı. Şimdi hayli yorgunum, çok hastalık çektim. Çeviri, piyanonun tuşlarıyla kıyaslanabilecek bir zanaat, uzunca bir süre ara verirsen çok şey yitirirsin. Genel olarak çeviri, ruh için çok yararlı bir uğraş, egoizmden kurtulmaya yardım ediyor, “yaban sözcüğün” sorununu çözüyor.

Sizce çağdaş çevirmen Sovyet bir meslektaşınızdan nesiyle ayrılıyor?

Sovyet çevirmeninin miyadını doldurduğunu düşünüyorum. “Sovyet Ekolü” genel olarak Dickens, Thackeray etkisinde orta seviyede bir Rusçadan yararlandı ve orjinalinde farklı olan yazarlar tek tip yazara dönüşüverdi. Bu yüzden de Dickens’ın önceki dili yakalanamadı. Şimdiki çevirmenler daha canlı ve yetenekli. Şu an, çok iyi çevirmen örneğini  Dubin ya da Daşevski oluşturuyor, yani kendi başına da harika kişilikler, ya da Natalya Mavleviç, o ne güzellik!

Sovyet Döneminde çevirmen özgünlüğünün öne çıkmasına izin verilmemiş miydi?

İsteyen özgünlüğünü ortaya koydu. Rita RaitKovaleva özgündü ve kimse de ona bunun için bir şey yapmadı. Biz de becerebildiğimiz ölçüde özgünlük gösterdik, tabii bir yığın hatayla.. Geleskul ise takdire şayan bir başlangıç yaptı. Hatırı sayılır yayınevlerinde çevirinin ne demek olduğunu bilen insanlar çalışıyordu. Birçok kimse özgünlüklerini sadece bu alanda ortaya çıkarabileceklerini bildiklerinden çeviriyle uğraşıyordu. Sovyet Döneminde Viktor Hinkis, Simon Markiş gibi şimdikilere benzer çevirmenler vardı. Viktor için çeviri meslek değil, ilhamdı, Simon içinse kendi yaratıcılığına giden yoldu.

Batılı çevirmenler arasında birçok tanıdığınız var, son zamanlarda sık sık yurt dışına çıkıyorsunuz. Size göre Rus çevirmen batılı çevirmenden nesiyle ayrılıyor?

İlk olarak Batı’da kelimesi kelimesine çeviri hakim, ikincisi çeviriye sanat gözüyle bakmıyorlar.  Onlarda bilgi amaçlı çeviri yaygın, bizim de yakında varacağımız nokta bu. Bu tür yaklaşımda yazar tamamen yitiriliyor, birçok yazar çevrilmiyor ve gereksiz görülüyor. Batı çevirisi  belki tarihçi Ernest Christopher Dowson‘ın kuru üslubunu bozmaz ama ilginç ve neşeli yazan yazarımız  Klyuçevski’ye zarar verir. Sanatsal edebiyat bu tür yaklaşımla tüm zenginliğini yitirir. Geçenlerde bana orjinaline yakın olup olmadığına bakmam için Puşkin’in çağdaş İngiliz çevirmenlerin çevirdikleri birkaç kitabını getirdiler. Bu tür yaklaşımı ben hiç anlamıyorum, benim ideal çeviri anlayışım çevirinin orjinale yakın bir eser olması gerektiğidir. Tabii Batı’da da çeviri anlayışı benimkine benzeyen istisnalar var. Peter Norman öyle mesela, Moris Bering’de öyleydi. Kendileri de yazar. Biz Batı’nın gözünde çevirmen değil, şu ya da bu yazarın eserini kendi dilimizde yeniden yazan yazarlarız. Sanırım yakında Rusçada böyle insanlar Mandelştam’ın da dediği gibi (böyle sürüp gitmesin diye yapmazlar) azalacak.

En sevdiğiniz Rus yazarlar kimler?

Şimdi söylemek zor. Uzun zamandır yeniden okumuyorum. Geçenlerde Sir Issiah Berlin’in çevrilmiş iki ciltlik Özgürlük Felsefesi kitabını redakte ettim, Turgenyev’e, Lev Tolstoy’a göz attım. Lev Tolstoy’u önceden severdim Aleksey Konstantinoviç’i hala seviyorum. Leskov benim için her zaman önemli oldu, anneannemin en sevdiği yazardı, onun kitaplarıyla büyüdüm. Onda beni Chesterton ve Aleksey Tolstoy’da olduğu gibi özgürlük ve toprağa bağlılık arasında kurduğu bağ cezbediyor. Şimdi kim kaldı sevdiğim? Puşkin ve Mandelştam’ınkiler cennet şiiri. Paternak’ı, Tsvetayeva’yı, Hodaseviç’i çok sevdim.

Peki çağdaş Rus edebiyatı?

Çağdaş Rus edebiyatını iyi bilmiyorum. Pelevin’i, Sorokin’i okumamı tavsiye ediyorlar, yapamıyorum. Ruhum çok hassas.

Bir yazarı çevirmek isteyip de herhangi bir sebeple çeviremediğiniz oldu mu?

Tabiki oldu. Faulknerı, Mary Flannery O’Connor’ı çevirmek istedim ama olmadı. Jorge Luis Borges‘ı çeviremedim, sadece iki öyküsünü çevirebildim. Julio Cortázar’ı, Juan Carlos Onetti‘yi çevirdim zamanında ama bu çalışmalarımdan memnun değilim. Bu çevirilere kolay kolay girişmezdim ancak çocuklarımı doyurmam gerekti. Şu açıdan bakıyordum: “Kitap Sovyet karşıtı, edepsiz, din aleyhtarı değil, demek ki çevrilebilir.” Her çevirmenin sahası farklı.

Sizin sahanızda Wodehouse ve Chesterton var o zaman?

Evet, cenneti yanılsama olarak değil, minnet olarak canlandıran çocuk kitapları.

Şimdiki hayatınızdan memnun musunuz?

Şunu diyenleri anlamıyorum: “Eskiden herşey çok daha iyiydi!” Şimdiki yaşam koşullarına dair insanı şok eden konuşmalar var, bir de tavanarasında ya da bir köyde içkici oğluyla ölüme terkedilmiş bahtsız, yaşlı kadın örneğini veriyorlar. Otuz yıl önce de bu şekilde ölen yaşlı kadın vardı, bunu herkes gördü. Astafyev bunu yazdığında herkes şaşırmıştı: “Ne tuhaf şeyler yazıyor öyle!” Yirmi yıl önce bana şimdiki gibi yaşayacağımızı söyleselerdi, bunun gerçekleşmesi için değil ellerimi ayaklarımı, canımı feda ederdim. Şimdi sadece otura otura pantolon yıpratmış ve yaşadığını düşünmüş orta sınıfın durumunun değiştiğini söyleyebiliriz. Şu an gerçekten mesleksiz kaldıkları için bu insanlara şimdiki durum daha kötü geliyordur, eğer poğaça pişiremiyorlarsa. Birçok insanın zanaatsiz olması akıl dışı. Şimdi memnun olmayanlar ne bekliyorlardı acaba? En başa kendilerinin geçmesini mi? Şimdi herkes istediğine ulaşıyor. Yazmak istiyorsun yaz, basılsın mı istiyorsun buyur. Eğer hayatın iğrenç taraflarını teşkil eden mafya hileleri söz konusuysa, bunlar her zaman ve her yerde korkunç. İngilizler mesela güç ve paranın olduğu her yerde her zaman şeytanların gezdiğine inanırlar. Galiba bu konuda birşeyleri değiştirmek imkansız. Özgürlüğümüz için korkmakla iyi yapıyoruz. Aralık ayında yeni devlet marşı kabul edildiğinde herkes eziyet çekmişti, bende.. Birkaç ay geçti geçmedi yeni bir marş duyduk? Umarım bir daha da duymayız.

Başka bir ülkeye göç etmeyi hiç istemediniz mi?  Birçok tanıdığınız ve arkadaşınız şu an yurtdışında yaşıyor değil mi?

70’li yıllarda gitmeyi çok istedim, üstelik hangi ülkeye olduğunun da önemi yoktu. Eşimden henüz ayrılmıştım ve çocuklarımla Moskova’ya  geldim fakat burada kısa süre yaşadıktan sonra Litvanya’ya döndük, Sovyet atmosferine tahamül edememiştim. Çocuklar da göç etmek istiyordu. Yaşayacağımız yeri hayal ederek kimi zaman kanguru, kimi zaman penguen çiziyorduk. Akrabalarım yüzünden kaldım, onlar gitmezdi. Dovlatov ve Efimov’un yazışmalarını okuduğumda göçmenliğin korkunç birşey olduğunu şimdi şimdi anlıyorum. Yakın arkadaşım Tomas Ventslova uzun zamandır Batı’da yaşıyor, Litvanya’lı olduğu için yurtdışında yaşaması daha kolay. Tomik Ventslova ya da Sima Markiş gibi insanlar yurtdışında kendi hallerinde yaşıyorlar. Diğerleriyse burayı oraya fazlaca taşıdılar galiba.

(Ruskiy Jurnal, söyleşen: Yelena Kalaşnikova, Nisan 2001; çeviren: Hanife Çaylak.)