Sevgililer Günü’nde Tekel Gençlerini Unutmayın

Posted by on Şubat 14, 2010 in Deneme

4 Şubat 2010 Genel Grev çağrısına katıldınız mı, nasıl katıldınız, neler yaptınız, bilmiyorum. Ben o gün grev yaptım, çalışmayı bıraktım ve o gün iş bıraktığımı işverenlerime ve editörlerime şu elektronik mektupla bildirdim:

“Sevgili editörlerim ve sevgili yayımcılarım,

Bugün, yani 4 Şubat 2010 günü Tekel işçilerinin haklı mücadelesine destek vermek üzere genel grev, iş bırakma eylemi yapılan bugün, ben de bir çevirmen olarak bu greve katılıyor ve iş bırakma eylemi yapıyorum.

Tekel işçisinin düşük ücretli, iş güvencesinden ve sosyal haklardan yoksun çalışma koşullarına itilmesi, bana çevirmen olarak kendi çalışma koşullarımı bir kez daha düşündürüyor ve Tekel işçisinin kaygısını anlayabiliyorum. Çevirmenliğin çalışma koşullarının da iyileştirilmesi gerektiğine ve bir gün daha iyi koşulların yerleşmesi için belki yaygın bir çevirmen grevinin gerekli olacağına da inanarak, bu bir yana, dertlerini paylaşarak, Tekel işçilerine bir günlük çevirmen greviyle destek veriyorum.

Tekel işçisinin de, çocuklarının da, dostlarının da benim çevirdiklerimi ve sizin hazırlayıp yayımladıklarınızı okumayı lüks saymayacak kadar iyi kazandığı, kaygısız olduğu bir dünya dileğiyle,

sevgi ve saygılarımla,

Sabri Gürses.”

Çalıştığım yayınevleriyle işlerin teslimi, niteliği, destek hizmeti vb. konularda sorun yaşamadığımız, zaten bir kısmıyla şu anda çalışmadığımız ve editörlerle de uyumlu bir çalışma ilişkisi yürüttüğümüz için olumsuz bir tepki beklemiyordum. Bir iki neşeli destek, şakalaşma mektubunun dışında da bir tepki almadım. Böyle bir grev mektubunun şu an için değil, birikimli olarak zaman içinde etkili olmasını ve işverenleri, yayınevi ve editörlerini beklentiler ve kullanılan emeğin niteliği hakkında şimdilik düşündürmesini bekliyorum. İleride genel bir çevirmen grevinin bir olasılık olarak görünmesi ve toplumun diğer çalışan kesimleriyle ilişki kurabileceği anlayışının yerleşmesi önemli.

Grev günü Ankara’da olmadığım ve İstanbul’daki yürüyüşlere de fiilen katılmama engel olan nedenler olduğu için, farklı bir eylem bulmaya çalıştım: Türkiye’de grev ve emek mücadelesinin tarihiyle ilgili bazı kaynakları okudum (Grev, Şehmus Güzel; Türkiye’de Grev Hakkı, Kemal Sülker), oğlumla oynadım, bilgisayardan olabildiğince uzak durdum. Günün bir vaktinde de grev uygulamamı internet üzerindeki bir çevirmen grubuna, mektup örneğiyle birlikte açıkladım. Sonra etnik siyasetle emek ve hak mücadelesi, örgütlülük arasındaki ilişkilerin güncel yansımaları çerçevesinde bir mektuplaşma tartışmasına, biraz yanlışlıkla, girdim. Bu tartışma birkaç gün sürdü. Meğer tam o sırada, aynı sanal dünyada çok daha ciddi bir süreç yaşanıyormuş.

Ben – ya da biz çevirmenler – Gmail üzerinden mektupla tartışırken, Tekel işçilerinden birinin kızı Facebook’ta takipçilerini ve dostlarını sıralıyor, karşılaştırıyor, arkadaşlarının fotoğraflarına yorum yapıyordu. Örneğin 6 Şubat 2010 günü saat 10:28’de şöyle diyordu: “çoq qüzel çıkmışsın cnm allah sahibine baqışlasın xD….”

Bir saat kadar sonra bir arkadaşıyla şöyle yazışıyordu (ilk yazan arkadaşı):

11:09: ee bnişte sen bnim kinde gösaükmüosun ama bn senin kinde warm bk:D

11:28: aslında bnde seni takip ediom ama facede sorun war

11:45: hadi Ln ordan takip edenler nasıLda beLLi..xD

11:46: olum bn profiline qirmiom qi snn ama bn snj uzaktan takip ediom

12:02: .d.d

Sonra üç gün Facebook’a girmedi, 9 Şubat günü, öğleden sonra girdi, bir bir buçuk saat kadar kaldı, arkadaşlarını yapıp ettiklerini takip sırasına soktu, yeni biriyle arkadaş oldu, bir resim paylaştı ve çıktı. Bu Facebook’taki sayfasını son ziyaret edişiydi. Ertesi gün, 10 Şubat günü Ankara’da eylemde olan babasını, Denizli’deki evinden aradı. Ona “Baba seni çok seviyorum, çok özledim” dedi. İki saat kadar sonra, 15 yaşındaki bu genç kız, 15 yaşındaki eski erkek arkadaşıyla birlikte ilaç içip kendini kalorifer peteğine asarak intihar etti. Tabutunun üzerine duvağını astılar gömerken.

Bu yürek yaralayıcı olayın çeviri ve dille, çevirmenlik mesleğiyle bağlantısı çok dolayımlıymış, Tekel direnişiyle bağlantısı yokmuş gibi görünüyor. Fakat var.

Yönetimin Tekel işçilerine dayattığı dünya, anne babaların bir aylık emekleri karşılığında ortalama 900 lira aldıkları, iş güvencelerinin olmadığı, iş saatlerinin belirli olmadığı, kısacası geçim güvencelerinin olmadığı bir dünya; bu dünyada işçilerin çocuklarını okula nasıl gönderdikleri, hangi kültür ürünlerini onlara sunabildikleri, onlara nasıl bir gelecek umudu verebildikleri tümüyle kendi sorumluluklarıdır, yani 900 liralık maaşla geçindirilen bir evde ve bu maaşı kazanırken kendilerine kalan zamanda kuracakları yaşamda ne yaparlarsa o.

Yönetim onlara internet bağlantısının kamu malıyken özelleştirilmiş Telekom’dan gelmesini sağladı, yani Facebook’un Türkçe halini, yani çevirisini kullanıyor olacakları ortamı sundu: neoliberal tekelci faşizm, özelleştirilmiş sermaye ortamının her şeyin alabildiğine gelişmesini sağlayacağını, tüketicilerin memnuniyetinin artacağını söylüyor ve gerçekten de Telekom’un özelleşmesi sonucunda internet kullanıcılarının sayısının artması, Facebook kullanıcılarının sayısının artmasını ve böylece lokalizasyonları, yerelleştirmeleri de beraberinde getiriyor. Bu sayede işçi kızı da Türkiye’de bir kullanıcı olarak “Share” yerine “Paylaş” tuşuna basabiliyor.

Bu ekonomist faşizm tipi (sanki başka türlüsü varmış gibi!), kültürün standartlaşmasına, yabancılaşmaya, yönsüz gelişmeye aldırmıyor; ulus içinde yurttaş olarak tanımlanan kişilerin, bu ulus sonrası ortamda, piyasada, tüketici ve kullanıcı olarak tanımlanmasına aldırmıyor. Bir kültür emperyalizmi olduğuna, kültür endüstrisinin yerleştiği her yer gibi Türkiye’ye de bombardıman gibi kültür ürünü yağdığına aldırmıyor. Onun derdi ülkenin bütün kamu varlıklarını dağıtmak ve nakite çevirmek, dağıtılanları paylaşmak, küresel sermayenin temel kurum ve aktörleriyle ilişkisini sürdürmek: tıpkı sıkıştıkça topraklarındaki köylülerin vergilerini artıran, bazen toprakları köylülerle birlikte satan feodal lordlar, aşiret ağaları gibi. Tekel, bu şekilde satılmış bir toprak parçası.

Kültür emperyalizminin iyi bir örneğini aramak için uzağa gitmeye gerek yok. İntihar eden kızın Facebook’ta son arkadaş olduğu kişinin profil resmi,  tırpanlı, kukuletalı Azrail resmi. Hayranı olduğu şeyler listesinde “tutulma” diye bir şey yer alıyor. “Tutulma,”  Stephenie Meyer’in bir kitabı. Özgün adı “Eclipse”, kitap Türkçeye “Alacakaranlık Serisi” diye çevrilen “The Twilight Saga” adlı üçlemenin bir parçası. Filmi de yapılan romanın Türkçe çevirisi 2009’da Eren Abaka çevirisiyle Epsilon Yayınevi tarafından yayınlanmış. New York Times’ın çoksatanlar listesinde bir numara olmuş olan kitabın bir tanımı şöyle:

“Alacakaranlık Serisi’nin beklenen üçüncü kitabı: Tutulma… 16 Ocak’ta vizyona girecek olan filminin afişiyle birlikte, sinemadan önce raflarda! Epsilon Yayınevi okurlarının heves ve ısrarla neredeyse her gün arayarak “Ne zaman çıkacak?” diye sorduğu Tutulma çıktı! Tüm dünyada satış rekorları kıran Alacakaranlık Serisi’nin yüksek hasılatlı filmi vizyona girmeden beklenen üçüncü kitap Tutulma, hem de filmin afişiyle birlikte kitabevlerinde… Binlerce Alacakaranlık hayranını beklediğine değecek kadar sevindirecek olan kitabın satışa sunulduğu ilk gün kapışılması mümkün! Çünkü Edward’la Bella için aşkın anlamı Tutulma’da daha derin…”

Çeviri bir vampir kitabındaki aşkın bir aşk intiharına giden yolu açtığını öne sürmek gibi bir kabalığa gerek yok, fakat kültür endüstrisi ürünlerinin bu karmaşık kuşatmasının genel etkisini ve çevirinin bu etkideki dolaylı ya da dolaysız aracılık rolünü düşünmekte yarar var. “Tutulma” sadece bu intihar çevresinde görünen en belirgin çeviri örneklerinden biri. Bunun dışında, sayısız medya çevirisi var: televizyonlardan akan sayısız film, dizi ve reklam, internetten akan sonsuz görüntüler, sesler ve yazılar. Ağır bir çeviri girdabı.

Öyle tuhaf bir çeviri girdabı ki sol eğilimli Yordam yayınevi, Tekel işçileriyle dayanışma sürecinde, onlara Marx’ın Kapital’inin Japoncadan çevrilmiş çizgiroman/manga uyarlamalarını dağıtıyor. Garip bir resimde, Tekel işçisinin çocukları çeviri vampir öyküleri okurken, işçiler çeviri ekonomi çizgiromanları okuyorlar.

14 Şubat 2010, 15 yıl önce doğan iki gencin, iki sevgilinin ölümünün üçüncü günü. Bir çocuğa 15 yıl emek veren baba, yıllarca emek verdiği Tekel kurumundan atılıp 4C belirsizliğinin içine atılmasına karşı çıkıyordu. Onu evde bekleyen gençler ansızın ölmeye karar verdiler. Şimdi soru şu: bu baba içinde olduğu mücadelenin önemini neden çocuklarına anlatamamıştı? Ailelerin kendi çocuklarına kendi hayat mücadelelerinin önemini anlatamadıkları bir ortamda bütün bir topluma anlatmalarını beklemek mümkün mü? Bu ortam elbette çeviri yüklü, yabancılaşmış zihinlerin karşı karşıya geldiği bir ortam ve elbette toplumun büyük kısmı bu gençler gibi, Tekel ailelerinin emek ve örgütlenme mücadelesinin kendi kaygılarından daha önemli olabileceğini anlamıyor; toplumun büyük kısmı bu yüzden Tekel işçilerine yabancı duruyor. Ve tam da  bu yüzden Tekel işçilerinin evlerine gelecek güvencelerini ve haklarını kazanmış olarak dönmeleri önemli: sadece onların değil, çocuklarının ve bütün bir toplumun, gelecek kaygısı olmayan ve kendi özgüvenleriyle çocuklarına güven verebilen anne babalara ihtiyacı var. Kimbilir, belki de tam da burada örtüşüyordur Tekel işçilerinin ölüm orucuyla bu iki gencin kendini asarak intihar etmesi, çünkü bir özgüven yokluğundan, sorunları çözemeyecek kadar güçsüz olma fikrinden beslenir ölüm kararı.

“saKıN Bir Ba$kasını seNİ özLediğim kaDar özLeme çeKer giDer DAYANAMIZSIN..” demiş genç kız yazdığı son cep telefonu mesajında. Tekel işçilerinin mesajı sayın siz bunu. Bu gitgide derinleşen yabancılaşma ortamında, Tekel işçileri de gider, dayanamayız.