Masumiyetini Tamamen Kaybeden Seçki: 100 Temel Eser

Posted by on Ağustos 30, 2006 in Güncel

Son günlerde çok tartışılmaya başlanan; ama aslında oldukça uzun geçmişe sahip olan bir konudur çeviri çocuk kitaplarındaki eksiltme, indirgeme, uyarlama ve kendi ideolojisine uydurma sorunu. Daha önce tek tek kitaplar olarak ya da bazı yayınevleri bağlamında ele alınan hatta üniversitelerde araştırma (yüksek lisans ve doktora) konusu olan bu alan son günlerde oldukça sıcak tartışmalara yol açmıştır.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) ‘Yüz Temel Eser’ seçkisi bağlamında gündeme gelen kitaplar ve bu kitaplara yapılan çeviri müdahaleleri, tartışmanın asıl eksenini oluşturmaktadır. Bu seçkide yüzde 60 oranında yerli yazarlardan (ama ölmüş olması gerekiyor) kitaplar seçilirken yüzde 40 oranında da yabancı yazarlardan (onlar da ölmüş) kitaplar seçilmiştir. Yabancı kitaplar aslında bizim topluma hiç de yabancı olmayan hatta artık bizden sayılan kitaplardır; çünkü bunlar yaklaşık yüz otuz yıldır okutulan, bilinen kitaplardır. Yani klasiklerdir. Tanzimat döneminden başlayarak günümüze kadar tüm kuşakları etkilemiştir. Bu eserlerden yakın zamana kadar modernleşmenin araçları olarak yararlanılmış ve genel kitle tarafından sakıncasız hatta ‘kutsal’ kabul edilmiştir. Modern anlayışça önemli ve kutsal sayılan bu kitaplara, 60’lı, 70’li hatta 80’li yıllarda muhafazakâr kesim, yabancı olması ve içerdiği kültür nedeniyle karşı çıkmış ve okunmasını eleştirmiştir.

100 Temel Eser

Yeni paradigmalar
90’lı yıllar yeni anlayışların kendine daha geniş yaşam alanı bulduğu yıllardır ve bu yıllarda çeviri anlayışlarında da yeni paradigmalar oluşmaya başlamıştır. Özellikle muhafazakâr kesim çeviriye daha farklı bakmaya başlamış ve onlara yabancı durmaktansa iletişim kurmaya karar vermiştir. Aslında bu iletişim kurma sürecinde bir şeyi keşfetmişlerdir, klasiklerin içinde var olan dinsel anlayışı. Modernleşme anlayışı içinde görmezden gelinen bu içerik görülmeye başlanmıştır.
Bütün bunların çocuk ve gençlik edebiyatına yaptığı etkilere gelince: Yakın zamana kadar modernleşmenin temel araçları olarak kullanılan bu kitaplarda var olan dinsel mesaj, içerik ya da kültürel zorlamalar çevirmen ve yayıncılar tarafından ya vazgeçilerek ya da yumuşatılarak okura ulaştırılmış (yani metne müdahale edilmiş) bu nedenle kitaplar okur tarafından amaç dışı alımlanmamıştır. Ancak son on yıllık süreçte bu metinlere farklı müdahaleler yapılmaya başlanmış ve durum araştırmacıların dikkatini çekmiştir. Bu, özellikle çocuk kitaplarında -bu arada televizyonlarda yayımlanan çizgi filmlerde- daha fazla ortaya çıkan bir süreçtir. Ancak bunların dikkati çekmemesi ya da görmezden gelinmesinin bir nedeni bu yayınların hedef kitlesinin belli olmasıdır. Oysa şimdi durum farklı. Ürünlerin hedef kitlesi genişlemiş, toplumsal paradigmada değişime yol açacak bir noktaya gelmiştir.
Bu sürecin yaşanmasında ‘100 Temel Eser’ seçkisinin rolü yadsınamaz. Cumhuriyet tarihi boyunca böyle bir seçkinin yapıldığını söylemek sanırım mümkün değildir. Seçki yerine Talim ve Terbiye Kurulu’nun okunmasına izin verdiği kitaplar arasından öğretmenlere seçme hakkı tanınmış; bu, eğitimcilere daha geniş bir alan sunmuştur. Yakın zamanda Talim ve Terbiye Kurulu’nun denetleme ve önerme yetkisinin kaldırıldığı söylenmiş ve bu, daha çok özgürleşme olarak algılanmıştı. Ama yerine güçlü sivil toplum kuruluşları ve eleştiri kurumları geçemediği için alan denetimsiz bir hale gelmiştir. Denetimi velilere bırakmak ise ortamı başıboş bırakmakla eşdeğerdedir. Çünkü kitap okumadığı söylenen bir toplumda kitap denetimini velilerden beklemek sanırım içtenlikli bir beklenti olmamaktadır.
Klasik eserlerin çeviri ve pazarlanmasında ortaya çıkan sorunlar:
1- Bu çeviriler çoğunlukla çeviri olmayan çevirilerdir. Çevirmeni belli olmayan, sadece hazırlayanı yazan metinler, var olan çevirilerden yola çıkarak ideolojik ya da dinsel amaçlar doğrultusunda yeniden oluşturulan metinlerdir ve çoğunun kaynak metinle ilişkisi çok azdır. Bazı metinlerde çevirmen yer almış ancak önsözde çevirinin hangi amaçla yapıldığı ayrıntılı olarak vurgulanmıştır.
2- Bazı yayıncılar indirgenmiş metinlerden çeviri yapmış ya da metni çocuğa indirgeme çabasına girişmiş veya 96 sayfanın altında bandrol zorunluluğu olmadığı için birçok metin forma eksiltilerek kısaltılmış ve bu avantajdan yararlanma yoluna gidilmiştir.

Toplumun metinleri

3- Klasikler sahibi toplum olan metinlerdir, başka bir deyişle sahipsizdirler. Bu nedenle denetlenmesi olanaksızdır. Şu anda 30’un üzerinde yayınevi bu klasikleri set olarak yayımlamaktadır ve 100’den fazla yayınevinin yayın yelpazesinde de klasikler vardır. Toplam olarak 2 bin 500-3 bin civarında kitaptan söz edilmektedir. Bu kitapları şu aşamadan sonra kimse denetleyemez.
4- Bakanlık klasiklerin okunmasını önerirken ölçü koymamıştır. Bu nedenle 48 sayfalık ‘Robinson Crusoe’ olduğu gibi 240 sayfalık olanı da vardır. Aralarındaki fiyat farkını ele alırsanız hangisinin okunacağını söyleyebilirsiniz. Ayrıca fiyat konusunda aynı kitabın 0.5 YTL olanından tutun da 16 YTL olanına kadar geniş bir yelpazesi söz konusudur.
5- Hem ucuz hem de müdahale edilmiş metinlerin okullara kolayca girmesini engelleyebilecek kişi ya da kurum yoktur. Kitapların üstünde ‘MEB Tavsiyeli 100 Temel Eser’ damgası varken bunu engellemek mümkün değildir.

Çeviriye müdahale edilir mi?
Son günlerde ortaya çıkan tartışmalara damgasını vuran soru buydu? Çeviriye müdahale edilir mi? Hemen söyleyeyim. Çocuk edebiyatı söz konusu ise edilir. Her toplum kendi çocuğunu korumakla yükümlüdür. Çocuğa farklı bir kültürün iktidar kurmasını engellemek için yaparsınız; onun başka bir din propagandasıyla bilinçsizce karşılaşmasını, değerlerinin kötülenmesini engellersiniz. Özetle söylemek gerekirse -ki bu konuda çok geniş kuramsal çalışmalar vardır- denetim ve müdahale vardır. Ancak asıl soru bunun nasıl yapılacağıdır. Eğer siz çocuğu koruma amacından sapıp, var olan metni, çocuğa kendi amaçlarınızı iletmek doğrultusunda kullanma sürecine girerseniz burada etik bir sorun ortaya çıkar ki tartışılan da budur. Bu sorunu on yıl önce ‘Küçük Prens’ çevirilerinde yaşamıştık. Orada kaynak metinde Atatürk’ten diktatör olarak söz ediliyordu; ancak çevirmenlerimizin çoğu bu sözcüğe müdahalede bulunurken ve çocuğun değerlerine saygı gösterirken başka bir kişi (çevirmen değil yayına hazırlayan) metne kendince müdahale edip metinde olmayan birçok şeyi eklemişti ve metin mahkemece toplatılmıştı. Günümüzdeki çevirilerde yalnızca metne müdahale edilmekle kalmamış aynı zamanda yazarın yaşamı ve inançlarına dönük yargılar da ortaya konmuştur. Hugo’nun, Goethe’nin ve hatta Cervantes’in Müslüman olduğu ya da yakın olduğu iddiası bile kitaplarda yer almıştır. Bunu yapanlara şunu sormak gerekir: Aynı şey tersine olarak Yunus’un, Mevlana’nın, Ahmet Hamdi’nin Orhan Veli’nin başına gelse ne derdiniz? Buna kimsenin hakkı olamaz öyle değil mi?
Klasiklerin çoğunda Hıristiyan kültürü geniş biçimde vardır ve olması da doğaldır, çünkü onlar 18 ve 19. yüzyılın ürünleridir. Son zamana kadar bu metinlerin çevirilerinde bu anlayışlar yumuşatılarak ya da indirgenerek okura ulaştırıldığı için metinlerin bu öğeleri çok fazla göze çarpmamıştır. Zaten hedef kitlesi bunu ön plana alarak okuma yapmamaktadır. Demek ki bu noktada çeviri sürecine ve amacına uygun davranılmıştır. Ama bazı yayınevleri metinlerin içinde var olan dinselliği değiştirerek, kimi yerde uyarlama kimi yerde ise yeniden yazma yoluna giderek metni kendi gerçek anlamından uzaklaştırmışlardır. Çoğu metinde insan yaşamının öne çıkarılması yerine dinsellik daha bir öne çıkarılmış ve metin bağlamı dışına çıkmıştır. Asıl büyük sorun ise bu metinlerin yerelleştirilmesi sonucu metinlerdeki yabancılık unsuru ortadan kalkmasıdır. Bu tehlikeli bir süreçtir. Çeviri her zaman kendi yabancılığını korumak zorundadır. Çünkü temel amaç okuru farklı kültürlerle ve anlayışlarla buluşturmaktır.

Farklı tavırlar
Yaşadığımız çeviri süreçlerinde ise şöyle şeyler söz konusudur. Yakın döneme kadar bu metinler modernleşme amacı doğrultusunda kullanılmış ve buna göre bir çeviri tavrı uygulanmıştır. Son yıllarda ortaya çıkan yeni çeviriler ise başka bir paradigmanın varlığını ortaya koymaktadır. Toplumsal paradigmalarda ortaya çıkan değişimler çevirilere de müdahaleyi gerekli kılar. Bu anlayıştan yola çıkarak yanıtı aranması gereken soru şudur: Eğitim paradigmamızda modernleşmeden vazgeçilmiş midir? Cevap evetse bu kitapları ve yapılan müdahaleleri tartışmanın hiçbir anlamı yoktur.

Klasikler vazgeçilmez mi?

Yok eğer yukarıdaki soruya hayır diyebiliyorsak bu durumda hem eğitim hem de edebiyat anlayışlarımızı yeniden gözden geçirmemiz gerekecektir. Bilinmesi gereken şey klasikler kutsal metinler değildir ve tartışılması eleştirilmesi hatta reddedilmesi sakıncalı olamaz. Sakıncalı olan kitabı da yazarı da kutsal saymaktır. Böyle yapılması bu kitaplara yeni kutsallıklar katılmasına da yol açmaktadır. Aslolan eleştirel okumadır. Bu, okura okuduğu metni sorgulama ve reddetme hakkı verir. Edebiyat da sorgulanan ve reddedilebilen metinlerden oluşur. Edebiyatın bu özellikleriyle kalması önemlidir.
Ve bir başka gerçeklik de kitap seçimi ya da önerisi yapabilirsiniz ama bunu öncelikli okuma diyerek buyruğa dönüştürmemeniz gerekir. Bugün MEB ve okul web sayfalarına girdiğinizde ilk gözünüze çarpan 100 Temel Eser listesidir. Demek ki sadece bir öneri değil zorunluluk olarak algılanmıştır.
Gazetelerdeki haberler ve yapılan araştırmalar 100 Temel Eser projesinin sakıncalarını ortaya koymuştur. Bu nedenle ilk yapılacak şey bu listeyi öncelikli (zorunluluk) olmaktan çıkarmak olacaktır. Çünkü proje başlangıçta konan amaçtan sapmış ticari ve ideolojik amaçlar doğrultusunda kullanılmaya başlanmıştır.

Yard. Doç. Dr. Necdet Neydim: İstanbul Üniversitesi Almanca Mütercim Tercümanlık Anabilim Dalı öğretim üyesi. (Bu yazı 30 Ağustos 2006 günü, Radikal gazetesinde, yazıya eşlik eden çizimle birlikte yayınlanmıştır.)
Necdet Neydim, daha 2004 yılında yayınlanan Çocuk Edebiyatının Ölüm Fermanı başlıklı yazısında, 100 Temel Eser listesi tasarısının olumsuz yönlerine dikkat çekmişti. Bu yazı Bianet’te okunabilir.

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir