Birinci Uluslararası Çevirmen Grevi

Posted by on Ekim 3, 2006 in Güncel, Kuram

fist1667.GIF

“FIST”

Birinci Uluslararası Çevirmen Grevi

(First International Strike of Translators)

Sadece bir hayal mi?

Yazan: Alexander Gross / Çeviren: Sabri Gürses

 

Bu makale en azından kısmen bir hayal. Burada anlatacağım olayların yakın bir gelecekte meydana gelmesinin neden olanaksız olduğunu, bütün nedenleriyle biliyorum. Bu nedenleri sona doğru kısmen ayrıntılı bir şekilde ele alacağım. Ama şimdilik sadece başlıkta yer alan fikirle yetinelim ve bakalım bizi nereye götürüyor. Yeryüzündeki bütün profesyonel çevirmenlerin, ayrı ülkelerde ticaret, bilim, diplomasi, hatta casusluk ve askeriye alanlarında çalışan çevirmenlerin tek bir grup altında bir araya geldiğini ve tek bir bayrak altında, burada resmi yer alana benzer bir dövizi yükselterek, Birinci Uluslararası Çevirmen Grevi ya da “FIST”i başlattıklarını hayal edelim. Bunun olduğunu ya da olmak üzere olduğunu hayal edelim. Bir grev (ya da tehdidi) kuşkusuz yaşanan sıkıntıları çözmek için klasik bir silahtır, ama önce bu sıkıntıların ne olduğunu ve nasıl çözülebileceklerini bulalım. Ve son olarak, böyle bir grev ne gibi sonuçlar getirebilir, hem bizim için hem de bizim dışımızdaki dünya için?

Önce kim olduğumuzu konuşarak başlayalım, bunu çok iyi bildiğimizi sansak bile. Öncelikle, bizler doğum, eğitim ve/ya kaza yoluyla bir ya da iki dille yakın hale gelmiş kişileriz. Hemen her ülkede bu bizi sıra dışı kılıyor. Ve ikidilliliğin daha kabul gördüğü ülkelerde bile, yine öne çıkıyoruz çünkü alışkanlıkla kendi dillerimizin ötesinde geçmek ve başkalarının da bunu yapmasına yardım etmek gibi ayrıntılı bir sürecin içine giriyoruz. Bazı ülkelerde bu yetenek hayretle karşılanıyor, bazılarında bir alışkanlıktan gelen bir beceri ve/ya da sürüsüne bereket bir mal olarak göz ardı ediliyor, ve daha başkalarında da büyük bir kuşkuyla karşılanıyor. Bu ülkelerin hiçbirinde, hatta çevirinin daha yaygın olduklarında bile, çevirme yeteneği tümden normal karşılanmıyor. Sonuçta, biz çevirmenler aslında iki ya da daha çok dile hakimiz, iki ya da daha çok kültürün içinde belli ölçüde yaşayabiliyoruz, ve aslında iki ya da daha fazla bağlılığımız olabilir. Tekil bağlılıklar, tekil milliyetler ve tekil kültürel seçenekler dünyasında, bu bizi farklı ve aynı zamanda potansiyel olarak tehlikeli kılıyor. Hepimiz bütün bunları biliyoruz elbette, ve bize iş veren ülke ve şirketlere bağlılığımızı kanıtlamak için elimizden geleni yapıyoruz.

Ama eğer bu girişimde bizi birleştirecek bir şey arıyorsak, bu kesinlikle dikkate almamız gereken bir etkendir. Milletlerimiz, kökenlerimiz ya da bağlılıklarımız ne olursa olsun, ortak bir şeylere sahip olduğumuz görülüyor. İki ya da daha fazla farklı kültürel bağlamdan bakabiliyoruz ve ilkini ikincinin terimleriyle ve genellikle aynı şekilde ikincisini de ilkinin terimleriyle açıklayabiliyoruz. Tekil bağlılıklar dünyasında bu yararlı bir beceri ama aynı zamanda tuhaf bir başarı, bizi hem sıkıcı, sadık asalaklar hem de potansiyel olarak bölünmüş dışarılıklılar olarak öne çıkartan bir şey.

Bu tür bir başarı en azından bazı ideolojik ve milli ayrımların yavaşça bulanıklaşmaya, karışmaya, belki bir parça rahatlamaya başladığı bir dünyada daha da dikkat çekici. Duymaya başladığımız uluslararasıcı belagatin bir kısmının doğru olduğunu varsayalım, gerçekten daha geniş, daha çok kültürlü bir dünya ortamına geçtiğimizi hayal edelim. O zaman ne olacağız? Bütün insanlar arasında ilk ve en önde bu tür bir değişim bayrağını biz taşımıyor muyuz? Bizin öncü ve kahraman olduğumuz anlaşılır mı?  Eğer dünyanın özgürlük tanımı birden fazla kültürü bilmekte özgür olmak şeklinde genişletilirse, biz de bu tür bir özgürlük hiyerarşisinde biraz yüksek bir yerlerde yer almaz mıyız? Bütün bunlar da fantezi mi, yoksa üzerinde durmaya değer bir şey mi? Benim “Kimiz biz?” sorusuna verdiğim kısmı yanıt bu.

Ve şimdi ikinci soru: ne istiyoruz? Yeryüzündeki bütün çevirmenlerin bizimle greve çıkmasını sağladığını varsayarsak, işe dönmek karşılığında hangi koşulları talep edeceğiz? Sadece o asırlardır süregelen o ücret ve çalışma koşullarındaki artış talebinde mi ısrar edeceğiz? Belki saat başına çevrilecek azami sözcük sayısı üzerinde birkaç ayrıntı da ekleyebiliriz? Aramıza bilgisayarların katılmasına karşı Luddite hoşnutsuzluğunu dile getirecek miyiz? Yoksa hâlâ dille gerçeklik arasındaki gerçek etkileşimli ilişkiyi anlamayı beceremeyen bir dünyada felsefenin ve eğitimin düzeyi konusunda birtakım güçlü salvolar mı savuracağız? Buna bu tür taleplerden oluşan (şimdi aklıma geldiği kadarıyla) geçici bir liste ekliyorum ve okurları bunları genişletip tanımlamaya davet ediyorum.

 

Birinci Uluslararası Çevirmen Grevi’nin Geçici Talepleri

 

  1. Ücret, çalışma saatleri ve iş koşullarıyla ilgili, uluslar arası bir komite tarafından karşılıklı işbirliği içinde, çeşitli ülke ve toplumlardaki özel koşullara göre olası farklılıkların da gözetilmesiyle şekillendirilecek özel talepler.
  2. Bütün dünya devletlerinin uluslar arası iletişimde çeviri sürecinin öncelikliliğini açıkça kabul etmesi ve bu devletlerin, bizim temsil komitelerimizle işbirliği içinde, bütün bu tür iletişim medyasında olası en yüksek çeviri standartlarını sağlamayı taahhüt etmesi.
  3. Dünya devlet ve üniversitelerinin dil/çeviri’yi kültürün ve insan bilincinin başlıca kaynağı olarak gördüklerini ve bilgi ve bilimin gelecekte dilin bir dalı olarak görüleceğini, dilin bilginin ya da bilimin bir dalı olarak görülmeyeceğini de taahhüt etmeleri.
  4. Bütün ülkeler (ya da uluslar arası bir örgüt) tarafından çevirmenlere, diplomatlara verilen türden, onların ziyaret etmek istedikleri bütün yabancı ülkelere yolculuk edebilmelerini sağlayan, özel pasaport verilmesi.
  5. Çevirmenlere ahlaki olarak kabul edilmez buldukları metinleri, söz gelimi savaş ilanlarını, terörist talepleri, ölüm tehditlerini, bir millet ya da halkın bir başkasına doğuştan üstün olduğu açıklamalarını, farklı görüşlere sahip kimseler için zedeleyici olan dinsel ya da politik sistemlerle ilgili açıklamaları çevirmeyi reddetme seçeneğinin sağlanması. Bu tür durumlarda, çevirmenler en azından bu açıklamaları yazarlarına yeniden düşünüp yazmaları için geri verme seçeneğine sahip olmalı. Bu talep başta köktenci görünse de, aslında bazı uluslar arası örgütlerde yürürlükte olan bir süreci yansıtmaktadır, buralarda bazı uluslar arası anlaşmaların son baskısı ve son düzenlemesi en son halini çevirmenlerin elinde bulur ya da onları içeren işbirlikçi bir süreçin sonucunda ortaya çıkar.
  6. Şu an için çok zor algılanan bir gerçeklik olan şey için, milli ve uluslar arası organlar aracılığıyla yaygın tanınma ve tanıtım sağlanması; bu gerçeklik, bir çevirinin niteliğinin büyük ölçüde özgün metnin niteliğine ve berraklığına bağlı olduğudur. Nasıl bulanık orjinallerden temiz bir fotokopi almak düzeltilmediği sürece pek mümkün olmuyorsa, kötü tasarlanmış ve kayıtsızca yazılmış bir özgün metin de yabancı bir dile ancak çevirmenin hatırı sayılır yardımı sayesinde, güçlükle çevrilir. Uygulama açısından, bu alanda ortaya çıkan sorunları ele almak üzere çevirmenlerden oluşan Karar Verici Komiteler oluşturulmalıdır. “Sadık olmayan bir çeviri” şikayetlerinin ortaya atıldığı önemli vakalarda, bu tür bir komitenin rolü bu tür şikayetlerin haklı olup olmadığını, daha en baştan gerçekten sadık bir çevirinin olanaklı olup olmadığını belirlemek olacaktır. Şikayetlerin haksız olduğu saptanırsa, komite çevirmeni bilerek suistimal edenleri cezalandırmak ve onlardan bu tür işlemlerin masrafını almakla yetkili olacaktır. Bu tür bir komitenin kararları bağlayıcı olacaktır.
  7. Çevirmenlerin bütün bilgisayar temelli çeviri yardımcılarının yararlılığı ve kullanışlılığı konusunda nihai danışman olarak işlev görme ve bunların çalışmalarında nasıl kullanılacağının ölçütlerini belirleme hakkı. Bu hiçbir şekilde çevirmenler arasında bu tür araçlara düşmanlık olduğu belirtmez, birçok çevirmen bu tür araçların çalışmalarında nasıl yardımcı olabileceğini öğrenmek konusunda meraklıdır, hatta heyecanlıdır. Bu talep sadece iki kabul görmüş durumu onaylar, bilgisayarların çeviride kullanımı hâlâ görece yeni ve denenmemiş bir süreçtir ve bu alanda çok fazla yanıltıcı bilgi vardır. Bir bilgisayar sistemi mucitlerinin elinde çok parlak bir şekilde çalışabilir ve yine de normal çalışma rutinine katıldıkları zaman takibi güç sorunlar yaratabilirler. Bir düzenekte iyi çalışan bazı sistemler başkalarında daha başarısız olabilir. Daha yakın bir zamanda yararlı çeviri yardımcıları olarak pazarlanan başka sistemler, üreticileriyle birlikte ortadan kaybolmuştur. Dahası, çalışmaları ancak bir iki saatlik vardiyalarla çalışmalarına fırsat verecek kadar talepkar olan mütercimler için sözkonusu olduğu gibi, çevirinin talepkar alanında çalışan bilgisayarlar kullanmakla bağlantılı özel insani ihtiyaçlar da ortaya çıkabilir. Bu karmaşık ve pahalı sistemlerin yandaşlarının, insan çevirmenlerin çalışma ya da sağlığını düşünmeksizin büyük ölçüde artmış ürünler vaat ettiği durumlar açısından özellikle doğrudur.

 

Ve şimdi en hayati soru: bu talepleri gerçekten bu tür bir greve başlayarak (ya da başlamakla tehdit ederek) gerçekleştirebilecek miyiz? Bu soru hayalimizi tam kalbinden yaralar ve aynı zamanda neden, birçoklarına göre, bu tür bir grevin aslında ortaya çıkamayacağının nedenlerini ele almaya zorlar. Ya da, ortaya çıksa da, başarılı olamayacağının. Bu savları samimi bir tavırla ve bu tür eleştirilerin de haklılık payı olduğunu tümden reddetmeksizin ele alacağım. Ama bugün tümüyle olanaksız görünen şeyin birkaç yıl ya da birkaç on yıl sonra hiç de olanaksız görünmeyebileceğini düşünmekte yarar var.

Açıkça kavramamız gereken ilk şey, hemen bu tür bir greve başlama zorunluluğumuzun olmadığı. Aslında bu alandaki bütün gündelik deneyimler gerçekten hazır olduğumuz vakte dek buna başlamamamız gerektiğini söylüyor. Bütün başarılı grevlerin anahtarı yetenekli, uzun vadeli ve kapsamlı bir örgütlenmedir ve bu açıkça sonsuz çalışmayı içerir. Bu arada çevirmenlerin bu tür bir grevi tasarladıklarının ilan edilmesi ya da bunun olasılığının tartışılması bile, medyanın güttüğü bir dünyada, kendi kaynaklarımızı harekete geçirmemiz gerekmeden önce bize belli bir tanıtım sağlayabilir. Bizim zaten gerekli gücün bir miktarına sahip olmamız olası – sadece bu gücü dışavurmaya ve onu kamunin ve kendimizin bilincinde şekillendirmeye başlamaya ihtiyacımız var. Kuşkusuz bazı ilk raporlar bizim çabalarımızı gülünçleştirecek ve başarısızlığa mahkum olduğunu düşündürecek, tıpkı dünyanın büyük kısmının çevirmenleri olup bitenlerin içinde önemli bir şey gibi görmediği ve bizim, ister başka çevirmenler ister makineler tarafından kolayca değiştirilebilir olduğumuzu sandığı gibi.

Ama bizim örgütlenme ve araştırma çabalarımızın yoğunlaşması gereken yer, bu tür saldırılara karşı makul bir yanıt hazırlamak üzere, tam da burasıdır. Yani, bu talepleri gerçekleştirmek için gerekli başlangıç çabasını, uzun vadeli bir tartışma, örgütlenme, uluslararası koordinasyon ve kendi aramızda “bilinç yükseltme” ve bununla birlikte basını ve kamuoyunu niyetlerimizden ve ilerlememizden haberdar etmek üzere buna koşut giden bir tanıtım kampanyası olarak hayal ediyorum. Bu tartışma ve örgütlenme etkinliklerinin başlıca bir hedefi başkalarına ve kendimize son sorumuzla ilgili kesin yanıtlar sağlamak olacak: grev gerçekten meydana gelirse ne olacaktı? Ve öncelikle de bu soruya uygulamaya yönelik yanıtlar hazırlamak.

Bu noktada kuramsal düzlemde (bazı en zorlu soruları sona bırakarak) eğer tartışmalar sırasında ve örgütlenme safhasında başarılı olursak, ve bütün milletlerde bütün alanlardaki çevirmen ve mütercimleri bizimle greve gitmek üzere ikna etmeyi gerçekten başarabilirsek, sonuçlar kesinlikle çok şaşırtıcı olacağını öne sürmeye hazırım. Ticaret, iletişim, uluslar arası ilişkiler, bilim, askeriye, casusluk, patent tesisi ve uluslar arası iş ve boşanma başvuruları hep birden duracaktır. Bütün dünya (en azından bizim dünyamız) elimizden geçen gerçekten muhteşem güç karşısında hayran kalacaktır.

Peki dünya böyle bir greve nasıl tepki verir, diye soruyor olmalısınız, dört bir yandaki devletlerin hepsi de çıkıp bizim yerimize başkalarını kiralamayacak mı, hepimizi işsiz bırakmayacak mı? Bu sorunun yanıtı taleplerimizi halka tanıtmanın ilk aşamasında ne kadar etkin olduğumuza bağlı. Eğer burada başarılı olursak, hiç greve gitmemiz bile gerekmeyebilir. Dünya devletlerini ve iş dünyalarını tek bir kurşun atmaksızın değerimize ikna etmek olası olabilir.

Burada çalışmamızın uzmanlık gerektiren doğası üzerinde durmak ve kamuoyunu bizim yerimize başkasını bulmanın sanıldığından daha zor olduğuna ikna etmemiz gerekecektir. Sözcüklerle cümlelerin yerini değiştirmekten daha fazla şey yapıyoruz, düzenli olarak milletler arasındaki bütün gerçeklikleri şekillendiriyor ve aktarıyoruz. Ama bu çabamızda başarısız olsak bile (ve hatta grevimizde başarısız olsak bile), işsiz kuyruklarında yerimizi alırken, yine de bilmenin tatminini yaşayacağız; bizim yerimizi alanların işleri hakkında çok geçmeden bizimle aynı hislere kapılacaklarını ve aynı arzu ve sıkıntıları seslendirmeye başlayacaklarını bileceğiz. Sonuçta çok özel bir halk topluluğuyuz ve bizim rolümüzü oynamak isteyen başkaları mecburen aynen bizim gibi insanlardır ya da olacaklardır.

Bu vakte dek ertelediğim gerçekten zorlu soruları ele almanın zamanı geldi. Elbette şu anda bile bütün çevirmenlerin benim görüşlerimi paylaşmadığının ya da böyle bir greve bile gerek görmediğinin farkındayım. Ayrıca birçok çevirmenin uzun zamandır arabulucu olarak çalıştığının ve mesleki inkara bu tür bir eylemciliği tamamen yersiz bulacak kadar çok alışmış olduğunu da biliyorum. Başka çevirmenler doğrudan devlet ya da askeriye için çalışır ve işverenlerinin hiçbir zaman anlattığım türden şeylere izin vermeyeceğinden emindirler. Diğer yandan başka çevirmenler de, devlet çalışanları bir yana, yurttaşların bile grev hakkına sahip olmadığı ülkelerde çalışır. Yani, kendimizi ve hedefimizi ne kadar masum ve anlamlı görürsek görelim, bazılarımız sonunda gerçekten hapse girebilir – belki idam edilebilir (sonuçta bu bir hayal) – çabalarımız yüzünden. Yine de bütün bu durumlarda, eğer telaş etmezsek çözümlerin ortaya çıkabileceğine inanıyorum.

Olumlu yanıyla bakarsak, çevirmenler ve mütercimler zaten işlerinin doğası gereği uluslararasıdır. Uluslararası bir bağlantı, mesleki grup ve yayın ağını paylaşırız. Tasarılarımızın haberini en ücra köşelere bile yaymamız hiç olanaksız değildir. Sonuçta görece küçük bir insan topluluğuyuz ve bunun zararları olduğu gibi yararları da var. Bazıları iş dünyasının ve devletin basitçe bizim yerimizi almaları için okul ve üniversiteleri yağmalayacağını öne sürebilir. Daha en baştan topluluğumuzu, içine öğretmenleri de alan bütün dil çalışanlarını kucaklayacak şekilde genişleterek buna karşı durabiliriz, belki kendimizi FISTITALP, yani “Birinci Uluslar arası Çevirmen, Mütercim, Terimbilimci ve Müttefik Dil Çalışanları” olarak yeniden düzenleriz. Ya da devlete hiç karışmayıp dil profesörlerini kapmasına izin verebiliriz – onların gerçekten çeviri yapıp yapamadığını görmek eğlenceli olabilir.

Bu noktada, benim hayalim (hayal olduğu ölçüde) yetersiz kalıyor. Bana gerçekten öyle geliyor ki çevirmenlerin şu anda elde ettiklerinden daha büyük bir görünürlük elde edebilmesini sağlayan birtakım yollar olmalı diye düşünüyorum. Onlar çok ciddi bir anlamda yaşamın asıl aristokratları, uzmanları ve Kenner’i, yaşamın çoğul gerçekliklerinin tadını çıkaran insanlar, bir masada sohbet ettiklerini duyan ya da aralarına katılan herkesin bildiği gibi. Gitgide karmaşıklaşan ve çokkültürlü bir hal alan dünyada, (servet sahibi aylaklar, iş adamları ya da bilimcilerden farklı olarak) dünyanın birçok gerçekliğini ve bu gerçeklikler arasındaki farklılıkların mihenk taşının asıl farkında olan kişiler onlar. Grev olsun olmasın, onların çok geçmeden benzersiz öncü nitelikleri nedeniyle kabul görmeyeceklerine inanmak zor.

Ama kuşkusuz bazıları benim hayalime sadece gülüp geçecek. Bu tür bir senaryo kesinlikle geleceğe ait. Ya da belki birisi gelecek, benim anlattığım her şeyi ve daha da fazlasını yapacak ve bunu bir hayal olarak adlandırdığım için beni yaşlı bir örümcek kafalı olarak adlandıracak.

 

YAYIN HAKKI AÇIKLAMASI: 1990 tarihli bu makalenin yayın hakkı Alexander Gross’a, çevirisinin yayın hakkıysa Sabri Gürses’e aittir. Sadece bireysel olarak ve eğitim amaçlı çoğaltılabilir (Çeviribilim’in yaptığı gibi). Yazardan ya da çevirmenden izin alınmaksızın, herhangi bir ticari amaçla (yani para kazanmak amacıyla) kullanılamaz. Bizi yazıdan haberdar ederek heyecanlandıran Sn. Faruk Atabeyli ve Doç. Dr. Sakine Eruz’a teşekkür ederiz.

1 Comment

  1. Herhangi bir mesleğinkinden farklı olarak, çeviri tutarlık belge ve sertifikasyonlarının tamamı uluslararası anlamda kabul edilmiş öğelerden oluşmalıdır. Yapılan işin doğası zaten bölgeselliğin sınırlamalarını zorlamakla ilgili olduğundan, öbür türlüsü akıl dışıdır.

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir