Bir Çeviribilim Öğrencisinin Gözünden: Avrupa 2010 ve Çeviri

Posted by on Mayıs 12, 2011 in Deneme, Etkinlik, Güncel

Merve Öztürk (Çeviribilim Bölümü, Almanca Mütercim Tercümanlık Anabilim Dalı öğrencisi) 4 Mayıs 2011 günü yapılan “Avrupa Sahnesinde İstanbul, İstanbul Sahnesinde Avrupa, Çok Dillilik ve Çeviri Açısından Avrupa 2010 Kültür Başkenti İstanbul: Bir Retrospektif” toplantısına katıldı, izlenimlerini kaleme aldı.

Dilleri seviyorum, etimolojiyi seviyorum, kelimelerin gücünü seviyorum ve ne olduğumuzun farkında olmanın, ne söylediğimizin farkında olmaktan geçtiğine inanıyorum. Bu bağlamda kendimi üniversite talebesi olarak tanıtmak istiyorum. “Talebe” kelimesi, Arapça kökenli olup talep eden anlamına gelmektedir. Ve “talebe-i ulum,” yani “ilim talep edenler” deyişinin adeta kısaltılması olarak kullanılmaktadır. Üniversite ise Latince “universus” kökünden türemiştir, “bütün, tüm” demektir. Türkçemizde de ödünçlediğimiz “üniversite” kelimesi de yine bu kökten gelmektedir. Kısacası üniversite evrensel bir bütünlük barındırır içinde. Ve tüm bunların farkına vararak diyorum ki, “üniversite öğrencisi” kavramını ben bir “üniversite talebesi” anlamında kullanmak istiyorum. Ve ekliyorum, çok şanslı bir üniversite talebesiyim.

4 Mayıs 2011 Çarşamba günü Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezinde, İstanbul Üniversitesi Çeviribilim Bölümü ve Çeviri Derneği tarafından düzenlenen bir panel üzerinden anlatmak istiyorum küçücük bir paragrafta saydıklarımın aslında ne demek olduğunu. Söz ettiğim panelin adı:

“Avrupa Sahnesinde İstanbul, İstanbul Sahnesinde Avrupa,

Çok Dillilik ve Çeviri Açısından Avrupa 2010 Kültür Başkenti İstanbul: Bir Retrospektif”

Çok dillilik, çeviri, Avrupa, kültür, İstanbul… Hepsi birbirini tanımlayan bu 5 kavramın böyle bir bağlam içerisinde yer almaktan başka şansları yok adeta… Prof. Dr. Sakine Eruz‘un kitabında, gözümün önünden gitmeyen kültür katmanları çerçevesinde hangisini nereye oturtacağımı bilemiyorken, Prof. Dr. Hasan Anamur açılış konuşmasını yapıyor. Renan’dan yaptığı alıntı beni yönlendirmek için adeta: “Çevrilmemiş bir yapıt, tam yayınlanmış sayılmaz.” En üste çeviriyi yerleştiriyorum, diğer her şeyle kesişmesini sağlayacak bir prototip hayal ediyorum gözümde. Ardından Çeviribilim Bölümü Başkanı Prof. Dr. Emel Ergun’un giriş konuşmasından sonra sunumlara geçiliyor. Prof. Dr. Turgay Kurultay’la birlikte İstanbul Üniversitesi Çeviribilim Bölümü araştırma görevlilerince yürütülen retrospektif çalışmanın ilk adımları sunuluyor.  “Avrupa Kültür Başkenti” meselesinin Avrupa ve Türkiye’de, tarihi, gelişimi, ülkemizde bu proje ile amaçlananlar, mutlu ve mutsuz sonlar… Bilgi, Çeviri, Kültür kavramları ön plana çıkartılıyor. Ve sonunda, bu süreç artık prospektif olmalı deniyor. Aklıma hemen “Kentsel Dönüşüm Projesi” geliyor. Aynı hızla kalıcı, sürdürülebilir projelerle, kültürel mirasın korunduğu (!), kente ait kavramların gelişmekte olduğu bir İstanbul’un devlet kalemlerinde yaratacağı ekonomik yükü düşünüyorum. Fakat panel devam ediyor.

Daha sonra aylık etkinlik bültenlerinin incelenmesiyle ilgili bir proje sunuluyor. Aynı etkinliğin farklı zamanlarda farklı çevirileri olduğu saptanmış, üzülüyorum. Her şey çevrilmeye çalışılmış, daha da üzülüyorum. Kültürümüzle birlikte yaşattığımız, nesiller boyu aktardığımız “bize ait” kavramların ön plana çıkarılacağını umuyorum, çıkarılmıyorlar. Sıradan kelimeler gibi duruyorlar. Aslında onlar değil mi bizim kültürümüzü diğerlerinden ayıran özelikler? Transkripsiyon ve öyküntü beklediğimden çok çok daha az. Oysa “Kültür” ve “Çeviri” kavramlarının ayrılmaz bütünlüğünü, biz aldığımız eğitimde ilk sınıftan itibaren gözetiyoruz. Endişem büyüyor…

Ne yapmalı? Mesleğimize sahip çıkmalı. Üniversiteye öğrenci olarak ayak bastığımız günden itibaren, hep birlikte mesleğimizi yukarılara taşımalı.  Yoksa aldığımız bunca eğitimin bizleri, turistik yerlerde dille çeviri yapanlardan nasıl ayıracağını düşünebiliriz ki?

Ara verildiğinde bir kahve molasından sonra, sunumlardan önce yalnızca kısa bir göz atabildiğim fakat bazılarını özellikle incelemek istediğim Sakine Eruz’un “Binbir Kültürün Başkenti İstanbul ve Kentin Çokkültürlü Tercümanları” sergisine dönüyorum. Keşke herkes bu sergiyi görüp, fark edebilse diye düşünüyorum.

2. Bölüm başlıyor. Bir üniversite öğrencisiyim, dinliyorum. Prof. Dr. Turgay Kurultay moderatör. İlk olarak Yeliz Yalın “Barış için Müzik” adlı kültürler arası çalışmayı sunuyor. Özellikle belirtiyor, kültürler arası, kültüralist değil. Müthiş süreci ve aynı güzellikteki sonuçlarını özellikle herkesin araştırarak görmesi için burada paylaşmıyorum. Ve daha nicelerinin gerçekleşmesini umuyorum. Kenti her yönüyle, her köşesiyle içinde yaşayanlara da yönelik bir “cazibe merkezi” yapmak isteyen bu çalışmalarda hepimizin yer almasının bu şehre bir borç olduğunu düşünüyorum.

Daha sonra Serhat Baysan “Adalar Kent Müzesi” projesini ve bu açıdan retrospektif incelemeyi anlatıyor. Hatta Türkiye’de Avrupa Kültür Başkenti meselesinin ilk ortaya çıkışına kadar uzanıyor. Ve çeviriyle ilgili olarak bana şunu öğretiyor; kendini ifade edebilmen gerekli, ifade yoksa  çeviri de  yok! Hala “Kentsel Dönüşüm Projesi”nde aklım. Bir yerlerden bir şekilde bunun dil ile ilgili olduğunu fark ediyorum fakat ifade edemiyorum. 1. Bölüm’den sonra verilen arada endişelerimi paylaştığım Necdet Neydim’in, “Bunlar, dil içi çeviri açısından sorun yaratacaktır” dediğini hatırlıyorum. Farkındayım- Dönüşüm- Kent- Çeviribilim.

Son konuşmacı Prof. Dr. Sakine Eruz, 2009 yılında yapılan “Uluslararası Diyaloğun Odağında Bütün Yönleriyle Çeviri” Sempozyumundan başlıyor retrospektif değerlendirmesine. 2009 tarihi sizleri de şaşırtmasın, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinliğinin ilk basamaklarından biri olarak değerlendirilen bu çalışmanın tek eksik yönünün, ulusal çapta küçük ölçekli benzeri çalışmaları doğurmamak, daha doğrusu doğuramamak olduğunu hemen fark ediyorsunuz. 2010 yılına hazırlık niteliğinde, olanaklar doğrultusunda yapılabilecek en büyük çalışmayı yapmış eğitimcilerin, halen daha neler yapılabilirdi sorusunun cevabını kendilerinde aradıklarını görüyorsunuz. Fark ediyorum ki, işte böyle büyük bir ailenin içinde eğitim görüyorum. Ve bu yüzden bu ailenin biz yaramaz çocuklarının eğitimine verdiği önemi, bunu oluşturan düşünce yapısını artık anlıyorum.

Hâlâ anlayamadığım ise, kaynak kültürün ön planda olduğu böyle bir programda yalnızca dil edinciyle hareket edip, erek dile tamamen uydurulmaya çalışılan çevirilerle hedef kitleye ulaşmaya çalışanlar, kültürel değerleri yok sayanlar, hele çeviribilim adına verilen tüm bu emeklere rağmen!

Sakine Hoca, kolokyum sırasında da sergilenmiş olan çalışmasından kesitler sunuyor. İlkokul sıralarından beri ihtişamla seyrettiğim, fakat aslında yalnızca kah alınmış, kah kaybedilmiş bir kara parçası gibi okuduğum Osmanlı İmparatorluğu haritası karşımda duruyor. Bunun aslında bir dünya kültür haritası olduğunu fark ediyorum. Kızıyorum kendime, utanıyorum bu kadar mı geç fark ettim diye. Hangi tarihte kiminle savaştık, nereyi aldık, kiminle tekrar savaştık, nereyi kaybettik, savaş meydanlarındaki kahramanlıklar, Viyana Kuşatması, Lale devri, Batı- Doğu, devlet adamı ve bir asker olarak Atatürk, Tanzimatlar, Osmanlı’nın yıkılışı, Cumhuriyet’in ilanı vs… Bizlerin payına bu enfes tarihimizden, ilk ve ortaöğretim hayatımız boyunca yalnızca bunlar mı düştü? Yüzyıllarca tek bir bayrak altında yaşayan nice toplum ve toplulukların, dil, din, anane ve terbiye farklılıklarına rağmen kültürler arası bu hayatı nasıl kurduklarına baktık mı? Aklıma yakın zamanda ailemle yaptığım Yıldız Şale Köşkü gezimiz geliyor. Kapıda yabancı turistlere büyük bir ısrarla, anlamadıkları anlaşıldıkça yükselen bir ses tonuyla, “Tur Türkçe” diye bağırılıyor.(1) Oysa köşk, 1980lere kadar dünyanın dört bir yanından devlet adamlarını ağırlamış, kimbilir kaç dilde sayısız toplantılara ev sahipliği yapmış, hatta 1800’lerin sonunda özellikle Alman İmparator II. Wilhelm’in özel misafirhanesi olarak kullanılmış, bugün dahi bu anlamda iki ülke arasındaki dostane ilişkilerin temeli olarak tanıtılmaktadır. Ne zaman göreceğiz nerede yaşadığımızı, hiçbir çaba göstermemize gerek kalmadan nelere sahip olduğumuzu?

O sırada Sakine Hoca ilerlemiş, sunumunun sonuna doğru geliyor. “Öğrenciler farkına varmıyor, en büyük problem bu” diyor, “Farkına varın, sorunun farkına varmazsanız ifade edemezsiniz ve ifade olmazsa çeviri olmaz” diyor. Bir kez de başka bir “ifade” ile söylüyor “Çeviri, sorunu tanımlama ve kendini ifade edebilme edincidir. Fark edilmeyen bir sorun tanımlanamaz” diyor. Kolokyum’da İstanbul Üniversitesi’nde Çeviri Eğitiminin onbeşinci yılına yönelik oluşturulan posterden bir alıntıyı veriyor Sakine Hoca. Bu slaytı sizlere yorumsuz aktarıyorum:

ÇEVİRMEN KİMDİR, ÇEVİRİ NEDİR?

Kültürler arası iletişimin aracıları ve aktörleri olan çevirmenlerin eğitimi, aynı zamanda bir kişilik ve toplumsal sorumluluk eğitimidir.

Eğitimli çevirmen, her şeyi bilen değil, bilmesini bilen ve bildiğini yerinde kullanan bir iletişim uzmanıdır.

ÇEVİRİ EĞİTİMİ HER ZAMANKİNDEN DAHA FAZLA ULUSLAR ARASI NİTELİK KAZANMALI VE KAZANIYOR

İyi yetişmiş, sorumluluk sahibi çevirmenler, yeryüzündeki duyarlılığın temsilcisi ve birbirine kulak verenlerin köprüsüdür.

Sıcacık, büyük bir aile ortamında geçen panelden sanırım herkes benzer fikirlerle ayrılıyor; İstanbul pek çok sahnede zaten kültür başkentidir ve bu kültür için çevirmenler ellerinden geleni her zaman zevkle yaparlar. Peki ya ben,  talebe olarak başladığım bu panelde talip olabildiklerime malik oldum mu? Ben belki diğer herkesten farklı bir şey daha düşünüyorum; keşke tüm çeviribilim öğrencileri burada olsaydı. Ve fark ediyorum, talip olmak ayrı şey, malik olabilmek ayrı.

Böyle geniş oylumlu tüm çalışmaları bizlerle paylaşan herkese teşekkür ediyorum.

Not:

(1) Aslında tur rehberlik hizmeti İngilizce, Almanca ve Fransızca olmak üzere üç yabancı dilde daha yürütülüyor. Ancak bu bilgi dahi Türkçe verilmeye çalışılıyor.

Merve Öztürk  (Çeviribilim Bölümü, Almanca Mütercim Tercümanlık Anabilim Dalı öğrencisi)