Jijek iki çevirmenini tutuklattı, hâlâ serbest

Posted by on Ekim 8, 2011 in Güncel, Manşet, Yorum

Genç yazar ve çevirmenlerden Kaya Genç, yine ilginç bir olaya imza attı: Jijek’in son kitabının Türkçeye çevrilmesi vesilesiyle, Jijek’le uzun soluklu bir söyleşi yaptı. Söyleşi iki bölümle, Radikal gazetesinde yayınlandı – ve elbette ilgi gördü. Fakat ilginin dozu Jijek’in söylediklerinin dozunu kat kat aştı.

Örneğin birisi fırsatı kaçırmayarak sözü “Türklerin sığlığına” getirdi: “Türklerin sığlığı, Zizek’in çığlığı: Osmanlı modeli. Sonra daha da neşelenip Jijek’e nur indirtti: “Sanki bir Müslüman düşünür konuşuyormuş gibi, bir Sezai Karakoç, bir Cemil Meriç, bir Bediüzzaman konuşuyormuş gibi hissettim.” Bu benzetme sonra bir manşette de yer aldı: “Zizek sanki Bediüzzaman gibi konuşuyor”.

Bir başkası Türkiye’nin güncel siyasetine çekti hemen Jijek’i: “Yarını konuşmaktan bu kadar korkmak niye? İşte Slavoj Zizek, geleceğe dair söz söylemenin yakıcı, ama bir o kadar da çarpıcı örneklerini veriyor iki gündür. (Kaçıranlar için Radikal, 1-2 Ekim 2011, Kaya Genç’in söyleşisi) Zizek’in Kürtlerle ilgili soruya verdiği cevaptan bir alıntı yapayım:..” diye Jijek’i, Yılmaz Öztuna’dan alıntı yapar gibi alıntıladı. (Herkes birbirine mi benzesin?)

Aynı günlerde biri heyecan içindeydi söyleşiye konu olan kitabın yayımlanmasından. Güncel siyaset yazılarından birinde “Bu da olmadı sayın başbakan” diye yazdıktan sonra, “Zizek’in bu günlerde harika bir kitabı çıktı: ‘Ahir Zamanlarda Yaşarken’” diye devam etti ve Jijek’le düşünsel yakınlıklarını dile getirdi: “Kitabı incelerken Çinlilerin, birine kızdıklarında “Dilerim Tuhaf Zamanlarda Yaşarsın” sözünü anımsadım. Zizek de sözü kitabın son bölümünde kullanmış zaten.” Sonra anlaması güç bir bağlantı kurdu kitap ile “Türk” arasında: “Zizek ‘Ahir Zamanlarda Yaşarken’i beş ana başlık altında kurgular; İnkâr, Öfke, Pazarlık, Depresyon ve Kabul. Buradan yola çıkarak vurgularsak 1925 Takrir-i Sükûn Kanunu ile mecburi iskânlar ve devamı ile Türk’ün dışındaki diğer bütün halkları inkâr ve Türk varsayma paradigması uzunca bir süre gücünü korudu.” (Müzakere Adabı!)

Anlaşılan herkes Jijek’in Türkiye için ve üstelik nedense özellikle “Türk”lerin aklını başına getirmek için yazdığına derinden ikna olmuş durumda ve söyleşideki hikmetlerin bunu açığa vurduğuna inanıyor. Kimisi “Osmanlı” dedi diye neşeleniyor, kimisi “Kürtler” dedi diye, kimisi “Atatürk” dedi diye.

Bir de neşelenmeyip kızanlar var: “Sorun, Zizek’in Osmanlı hakkında pek bir şey bilmemesi. Tıpkı Tahrir olayı ardından yazdığı yazıda (The Guardian, 11 Şubat 2011) olduğu gibi, Zizek hakkında fikir yürüttüğü olaylar özellikle de Doğu ülkelerinde geçiyorsa fazla titizlenme gereği duymuyor. .. Dahası Zizek’in geleneksel imparatorluklara bakış açısının toptan sorunlu olması. Doğrusu, “Osmanlı ve Avusturya-Macaristan imparatorlukları yıkılmasaydı İkinci Dünya Savaşı da olmazdı” ifadesi ciddi bir tarih muhasebesinden ziyade güzellik yarışmalarında birinci gelen kızcağızların ‘savaşlar dursun, tüm dünyaya barış gelsin’ çağrılarının sadece birkaç adım ötesinde. .. Zizek’in söyledikleri aynı zamanda tam bir kibir örneği.” (Zizek’in ‘yeni oryantalizmi’)


Ama niye bu heyecan?

İyi de burada tam olarak ne oluyor? Ne istiyorlar Jijek’ten? Mayıs 2010’da yayımlandıktan bir buçuk yıl sonra Türkçe çevirisi yayımlanan kitabı hakkında konuşan bir adamdan ne istiyorlar? Bir buçuk yıl boyunca neredeydiler? Jijek, Hitchcock hakkında Osmanlı hakkında olduğundan daha çok şey mi biliyordu; bilmesi mi gerekiyor – bu filozofun Osmanlı hakkında (her ne demekse) “pek bir şey bilip bilmediği” hangi çerçevede değerlendirilecek? Neye göre ölçülecek? Lacancı felsefeye katkıları çerçevesinde mi, Hegel’in tarih felsefesine katkıları çerçevesinde mi – yoksa Radikal’deki söyleşisi çerçevesinde mi?

Ve dikkat: söyleşi Türkçe. Bu görüşler, bu biçimiyle Türkçe ifade ediliyor. Jijek Türkçe konuşmadığına göre, bu bir çeviri ve bu çevirinin orijinali Jijek’in kabul ettiği bir medyumda yayımlanmadığı sürece onu Jijek’i eleştirmek ya da beğenmek için kullanmak zor; yani Jijek’in gerçek, uluslararası konumuna – örneğin İngilizce düzeyine – geçmeden bunu yapmak zor. Tıpkı sözkonusu kitabın Türkçe çevirisini Jijek eleştirmek için kullanırken orjinaliyle karşılaştırmak zorunda olmamız gibi.

Zaten sorun da burada. Trajik olan şey, insanların Jijek’in “Osmanlı övgüsü” ilk kez karşılaşıyormuş gibi yapmaları: oysa Jijek bütün bunları yıllardır söylüyor – kitaplarda ve söyleşilerde. Hemen hemen aynı şekilde, ilk kez 2006’da The Parallax View adıyla yayımlanan ve Türkçeye iki yıl sonra (Almanca çeviriden esinlenerek) Paralaks adıyla çevirdiğim kitapta da vardı bu sözler. Kimse okumadı mı gerçekten? Kitap niye tükendi? Yoksa medyadakiler mi okumadı?

Diyelim Jijek şımarıkça oryantalizm yapıyor, ama ya onu ne İngilizcesinden ne Türkçesinden okumayanlar ne yapıyor?

[pullquote]Çeviri Derneği, Jijek söyleşisinden bir gün önce, Dünya Çeviri Günü’nü kutladı, iki çevirmene ödül verdi ve ve çevirmenlerin yargıya sürüklenmesini yaptığı basın açıklamasıyla kınadı.[/pullquote]

“Slovaj Zizek söyleşisinin düşündürttükleri…” diye başlık atıyor bir yazar. Güzel yazı başlığı, ama neyse ki Jijek’in kendisi söyleşilerin düşündürttükleriyle felsefe yapmıyor ve bu yüzden okunuyor. Bir de 1930 sonlarındaki “yüce Alman kültürü” övgülerini hatırlatan şu sözlere bir bakalım: “Oysa tarihin akışını değiştirmiş bir ülkenin, İbn Sina’dan Farabi’ye, Mevlânâ’dan Yunus’a, Mimar Sinan’dan Dede Efendi’ye kadar insanlık tarihinin düşünce, sanat ve kültür hayatında büyük atılımlara öncülük etmiş bir “ülke”nin çocuklarının, bir yandan yaşadığı entelektüel sefaleti görememesi, öte yandan da hâlâ o ülkede köşe başlarını tutuyor, ülkenin kültürüne, sanatına, düşünce hayatına, medyasına yön verebiliyor olması, bir ülkenin başına gelebilecek en büyük felâkettir. .. Vaziyet böyle gittiği sürece, daha nice Zizek’ler bize kim olduğumuzu anlatmaya daha çok devam ederler; biz de aval aval bakarız sadece.”

Efendim, fark etmediniz herhalde, ama Jijek, Slovence değil İngilizce yazıyor ve kitaplarında Slovenya tarihinden ya da kültüründen birkaç fıkra dışında pek bahsetmiyor. Bu son kitabın ilk dipnotlarından birinde de, açıkça, bana Sloven diyenin alnını karışlarım diyor. Ama denilebilir ki biz Osmanlı’yız, ona diyecek yok: o zaman hurufatıyla birlikte Osmanlıca yazmalısınız.

Çevirmen Jijek’i Çevirmek

Fakat bu metnin amacı Jijek savunması, yermesi yapmak değil (Gün Zileli, bir başka kitap çerçevesinde Ağustos ayında bunu makul bir şekilde yapmış (özellikle son sözler): Zizek Ne Yaptı?).

Bu metnin amacı, tam da bu söyleşinin yayınından bir gün öncesine denk düşen bir olayla söyleşi arasındaki bağlantıyı hatırlatmak. 30 Eylül, Dünya Çeviri Günü’ydü ve Türkiye’de bu gün, karakola çekilerek porno çevirmekle suçlanan bir edebiyat çevirmeninin, Funda Uncu’nun 3 yıla kadar hapis istemiyle yargılanması haberiyle kutlandı. Birkaç gazetede bu olay ironik bir haber olarak yer aldı ve normal bir ülkede yapılması gereken bir şey kesinlikle yapılmadı: çeviriyle ilgili hiçbir kurumdan, hiçbir kişiden görüş alınmadı.

Oysa Çeviri Derneği tam da o gün Funda Uncu’nun ve diğer çevirmenlerin yargıya sürüklenmesini bir basın açıklamasıyla kınamış ve çevirmenlere ödüller vermişti. (Basına gönderilen bu açıklama, anlaşılan, Çeviribilim dışında bir tek Sabit Fikir’de yayınlandı.)

Jijek’in söyleşisi sonraki iki günde, 1 ve 2 Ekim’de yayınlandı. Ve Jijek’in laf arasına sıkıştırdığı bir olayı fark eden bir kişi bile olmadı. Şöyle diyor Jijek 2. günün sonunda, tam anlamıyla laf arasında:

Chavez’in Libya ve Suriye yönetimlerini desteklemesine ne diyorsunuz?

Chavez’in tuhaflıklarından biri daha. Ahmedinecad’a verdiği destek gibi… İran’da Hüseyin Musavi’yi çok desteklediğim için İran’daki iki çevirmenimin tutuklandığını öğrendim. Musavi’nin İran’daki yeşil devrimi, Mısır’da yaşananlarla kıyaslanabilir.”

Bir dakika ne? Ne? Bu kadar mı? İki çevirmenim tutuklandı, nokta. Şimdi yoruma devam. Jijek’in bu iki çevirmenle ilgili bir yazısını okuyan var mı? Bu iki çevirmenden haberi olan var mı? Ne bu, Osmanlı rahatlığı mı?

Buna fazlasıyla şaşırdığımı rahatça söyleyebilirim, çünkü daha kısa bir süre önce Jijek’e çevirmen yargılanmalarıyla ilgili bir mektup gönderdim. Çeviribilim dergisi için daha önce tanıdığım, yazıştığım yerli ve yabancı yazarlara Türkiye’deki çevirmen yargılanmalarına dikkat çeken, bu konudaki görüşlerini rica eden şu mektup formatını gönderdim.

Dear Zizek,

I hope this letter finds you well –

you know, we are publishing a translation studies journal,

and in our 5th issue we are covering the ethical problem of translating against the state or public censure.

As you may have heard, another translator has gone to the trial in Turkey and for translating Palahniuk’s book “Snuff” this time.

And this time she was also abused at the police station as you may read from here:

http://kayagenc.blogspot.com/2011/06/palahniuk-and-burroughs-turkish-states.html#more

http://www.turkeyemergency.com/woman-humiliated-by-police-sued-for-translating-palahniuk-book/

*

Could you give us a short opinion to our question:

Translation has always been a dangerous work. There are cases that even literary translators have been killed or abused – such as Salman Rushdie’s Japan translator was killed and now, in Turkey, Chuck Palahniuk’s translator has been sued and humiliated for translating porno.

What would you do if your translator was in danger and what do you think the future will bring us for this translational-cultural gap between societies?

Thanks in advance,

sabri.

Mektuplara Elif Batuman, Gleb Shulpyakov, Çağan Dikeneli ve Kaya Genç yanıt verdi; Fredric Jameson ve Slavoj Zizek yanıt vermedi, Mona Baker o sırada rahatsızdı. Benim de vaktim yoktu ve görüş sayısını daha sonra artırmak – bunu başka çevirmenlere yaygınlaştırmak – üzere, gelen görüşleri dergide yayımlayıp çalışmayı yarım bıraktım.

Kısacası, Kaya Genç bu söyleşiyi yaptığı sırada Jijek, Türkiye’deki çevirmen yargılanmalarından haberdardı. (Ergenekon davasından, “hoşgörülü Türkiye’de” çok sayıda akademisyenin, yazar ve gazetecinin, askeri görevlinin tutuklanmasından haberdar olduğuna dair bir işaret yok söyleşide.) Ve İran’da iki çevirmeninin tutuklanmış olması onun için tek satırlık bir olay. İşte bu düşündürücü. Gerçekten düşündürücü. Osmanlı’yı doğru bilip bilmemesi değil, bugün burada yaşayan iki insanı, iki çevirmeni bilip bilmemesi, onları isimleriyle anmaması çok önemli.

Sonuç

Durumumuza bir bakalım: 30 Eylül Dünya Çeviri Günü’nde basında ciddi bir hareket yok: çeviriyle ilgili kurumlar gelmiyor akıllarına. Ertesi gün yayımlanan çeviri söyleşi, özellikle Türkiye’ye dokunan noktaları yüzünden büyük bir dalgalanma yaratıyor. Çevirmenlerle ilgili “ayrıntının” üzerinde ne Jijek ne de yorumcular duruyor. İran’da iki çevirmen tutukluymuş, ama Jijek bizi Osmanlı diye övdü, Kürtlük-Türklük vb. konularda uyardı, Marx’ı aşıp Hegel’e yaslanan yeni bir Asya Tipi Üretim Tarzı modeli müjdesi verdi.. iki çevirmenden bize ne.

Ve biz Türkiye’de çevirmenler çevirileri yüzünden yargılanmasın diyoruz.

Sanırım çevirmeseler daha doğru olacak.

Ya da Jijek gibi Parti’ye üye olabilirler. Jijek de İstanbul’a yerleşmeyi düşünüyorsa, geriye kalan aklıselim tek seçenek bu mu yoksa?

“Birkaç yıl geçinebilmek için çevirmenlik yaptım,

sonra dayanamayıp Parti’ye üye oldum.”

(Piero’nun çizdiği Introducing Slavoj Zizek ‘ten)

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir