Afrikalaşan Dünya

Posted by on Şubat 22, 2007 in Güncel

Türkiye gitgide 1900’lere dönüyor, fakat 1900’lerin Afrika’sına mı benziyor, yoksa Osmanlı Devleti’ne mi, kestirmek zor. 19. yüzyıl sonunda Avrupa devlet ve şirketleri, Avrupa dışı dünyayı paylaşıyorlardı: Ortadoğu, Asya, Afrika.. Buralarda var olan devletleri yıktılar, dağıttılar, halkları karman çorman ettiler. Karşı koyma gücü olan devlet ve halklar 20. yüzyıla ulaşma yolları buldu, bulamayanlar daha önce Amerika halklarının yaşadıklarını yaşadı: Afrika ortada. Avrupa dünyayı paylaşırken başkalarını yıkmakla da yetinmedi, 20. yüzyıl boyunca kendi kendini de yakıp yıktı, soykırımlarla utandırdı.
O yüzden soykırımlarla ilgili bir şeyler duymak ürkütüyor insanı. İnsanlar Avrupa’ya Amerika’ya, gelişmiş ülkelere ya da küresel şirket üslerine götürülüp işlenecek madenler, kaynaklar için yerlerinden ediliyor, çarpıştırılıyor, sonra bunların birbirini katletme hikayeleri yazılıyor. Bu hikayeleri de yine gelişmiş ülkeler yazıyor, ya da hikayeler onların dilinde yazılıyor… Gelişmiş silahları üretiyorlar, dağıtıyorlar, sonucun hikayesini yazıyorlar. Hüzünlü, acımasız bir girdap.
Şimdi, yıllarca Sovyet idaresinde yaşamış iki halkın, Azerilerle Ermenilerin birbirine yönelik suçlamaları başladı yeniden. Türkiye de bir şekilde bu gerilime katılıyor. Sovyetler Birliği Kafkaslar’da çözümü zor bir miras bıraktı: ekolojik açıdan çökmüş, dengesiz gelişmiş bölgeler, büyük kısmı uzak yerlere göçmüş halklar.. Bu halkların ülkeleri teknolojik ve kültürel olarak bağımlık üzerine yapılanmış ülkeler; tıpkı Balkan ülkeleri gibi. Şimdi bağımlılıklarından mevcut zenginliklerini kullanarak kurtulmayı hayal ediyorlar; toprak, yeraltıyla birlikte önemli bir zenginlik.
Yeniden başlayan suçlama 21 Şubat 2007 günü, Yeniçağ gazetesinin manşetinde duruyor. Azerbaycan hükümeti, TBMM’den 1992 Hocalı katliamının soykırım olarak tanınmasını talep etmiş. Ayrıca Keçiören’de bir soykırım anıtı açılıyormuş ve Bilkent Üniversitesi matem dinletisi düzenlemiş. Son aylarda yaşadıklarımız içiçe geçiyor böylece. Bunun ardından ülkeler birbirlerine hangi katliamın daha korkunç olduğunu soracaklar ve yabancı uzmanlardan danışmanlık alacaklar. Oysa kırımların asıl kaynağı belli, Sovyet rejimi ağır sanayiini Kafkaslar’a yerleştirdi, Hazar Denizi’ni kuruttu, patlayan reaktörleri Türkiye’den can almaya devam ediyor; aynı şekilde Amerikan rejimi nükleer füze ve üslerini bölgeye yerleştirdi, işgal tehdidini yaygınlaştırıyor.. Manzara aynı: 19. yüzyıl sonunda Rus İmparatorluğu güneye yayılıyordu, İngiliz İmparatorluğu Ortadoğu’ya. Küçük milliyetler icat ettiler ve kırımlar başladı. Alman İmparatorluğu Afrika’dan çıkıp geldi Türkiye’ye ve Türkiye Afrika’laştı.
Bu son olayda çeviri açısından ilginç bir yan var elbette. Bütün yanlışlarda çeviri hatası olur. Yeniçağ gazetesi haberin içinde, Azerbaycan Büyükelçiliği’nin açıklamasının içinde, Zori Balayan’ın 1996 tarihli, “Ruhumuzun Canlanması” adlı Ermenice bir kitabının olduğunu, burada bir katliam anlatıldığına ilişkin bir bölüm yer aldığını aktararak, buradan alıntı yapıyor. APA haber ajansının sitesinde de farklı, ama içerik olarak benzer bir İngilizce metin yer alıyor. Bense uzun bir internet araştırmasından sonra, Zori Balayan’ın, Rusça Politika dergisinin Eylül 2006, 79. sayısında yayınlanmış bir yazısını buldum. Balayan bu yazıda, bunun doğru olmadığını, bu ismi taşıyan bir kitabı olmadığını, bu yanlışın ilk kez bir internet sayfasında göründüğünü, sonra Zerkalo adlı Rusça Azerbaycan gazetesinin bunu haber yaptığını, bu yanlışın gitgide yayıldığını söylüyor. Bu özenle hazırlanmış yanlışın, büyük olasılıkla, 1995’te yayınlanan “Cennetle Cehennem Arasında” adlı kitabında yer alan, Hocalı felaketinde Sovyet ordusunun rolüyle ilgili bir toplantı tutanağı alıntısından yola çıkılarak yayıldığını belirtiyor. Cengiz Aytmatov’dan alıntı yaparak, bu yanlış bilgiyi yayanların insanları toptan bir mankurtluğa sürüklediklerini söylüyor.
İnsanların birbirlerini ancak başkalarının değil de, birbirlerinin dilini konuştukları, doğrudan birbirlerinin dilinden çeviri yaptıkları zaman anlayacaklarına, bundan daha iyi bir örnek olabilir mi?

Ek Okuma:
Osmanlı Devleti zamanında Bakü petrolleriyle ilgilenen ilk kişilerden birinin Ermeni asıllı Gülbenkyan olması, Gülbenkyan’ın daha sonra Ortadoğu petrollerinin paylaşımı ve dağıtımında da aracılık yapması trajik bir durum. Yaşam öyküsünü okumak ilginç olabilir. 1890’larda Türkiye karayollarıyla kaplanmamış, petrol gündelik kullanıma girmemişti. Fakat yirminci yüzyılın başında Avrupa ve Amerika’da yarış arabaları ortaya çıkıverdi. Yarış arabası fabrikalarının daha sonra nasıl savaş araçları üretmeye koyulduğunu hatırlamak için, sözgelimi Alfa Romeo’nun tarihçesine bakılabilir, logosunun değişim süreci incelenebilir. Bazı kültürlerde, yerin altındakilerin yerin üstüne çıkartılmasının felakete yol açacağına inanılırmış; petrolün tarihi, bu inancı doğruluyor sanki. Fosil yakıt canımızı da, ruhumuzu da alıp götürüyor.

1 Comment

  1. Bu savaşlar, bu kavgalar, bu katliamlar biter de ne zaman? Ne zaman bizim zihniyetimizi değiştirirsek. Bu herkesin yapması gereken. Tek tek birer birer kendi çevremizdeki insanları barış yanlısı yapmak mecburiyetindeyiz. Sonra denizleri aşıp onları da ikna etmemiz lazım. Tek silahımız fikirler. Bu bağlamda aşağıdaki proje desteklenmeli bence.

    Dünya barışı için!

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir