Devlet par excellence: Badiou, Platon’u hiperçevirdi

Posted by on Aralık 2, 2011 in Deneme, Manşet, Yorum

Badiou 1-2 Aralık 2011 günlerinde, MonokL dergisinin davetlisi olarak İstanbul’da. Badiou’nun “yaratıcı çeviri” yaklaşımıyla ilgili bu yazı ve çeviri, Çeviribilim dergisinin 3 nolu, Mart-Nisan 2011 sayısında yayımlanmıştı.

Avrupa kıta felsefesinin günümüzde en sık anılan temsilcilerinden biri olan Alain Badiou, 2007 yılında başlattığı Pour aujourd’hui: Platon! (Platon – bugün için!) seminer dizisini bir yaratıcı çeviriyle taçlandırdı. 2007-2010 arasındaki üç seminer boyunca Devlet’in bir “hiperçevirisini” yapma yöntemlerini ortaya koyan Badiou’nun çalışması yakın bir tarihte yayımlanacak. Bu hiperçeviriden çeşitli alıntılar daha önce Daniel Fischer’in entretemps.asso.fr adresinde yayınlanan seminer notlarında yer almıştı. Son olarak, Susan Spitzer’in önümüzdeki yıl tamamlanması beklenen İngilizceye çevirisinden bir kısım, Badiou’nun önsözüyle birlikte lacanian ink 35’te yayımlandı. Post-Express dergisinin Ocak 2011 sayısı için Selim Karlıtekin’in Badiou’yla yaptığı söyleşide de, yeni bir çeviriyi neden gerekli gördüğü sorusuna düşünür şöyle yanıt veriyordu:

“Sonunda fark ettim ki, varolan tüm Platon çevirileri akademik süperegoların ürünü; bir bakıma filolojinin diktatörlüğü altında felç geçirmiş halde. Bu ilk neden. İkinci olarak, Platon için diyebiliriz ki, dediklerinin modernize edilmesi gerekiyor. .. Platon sanki bu kitabı bugün yazıyormuş gibi yazmak istedim. .. Benim Platon’um Freud’u, Marx’ı biliyor. .. Diyalektik düşüncenin ufkunda yeniden canlandırmak istediğim fikir çerçevesinde, düşüncede diyalektik materyalizm istikametinde Platon’un teşebbüsünü düzenledim. .. yeni bir Platon metniyle!”

Derrida’dan yedi yıl sonra, onun doğum yeri Cezayir’e komşu olan Fas’ta doğan Alain Badiou, Mao, Marx, Aziz Pavlus, Platon gibi çok farklı kaynakları bir araya getiren bir düşünür olarak tanınıyor. Çağdaş felsefenin büyük ölçüde Platon’dan uzak ve onu yanlış tanıyarak kurulduğunu savunurken, Platon’un filozofları geometri bilmeye çağırmasına uygun olarak felsefeyi matematikselleştiriyor, matematiği varlıkbilimi olarak ilan ediyor.

Badiou’nun 10 Mart 2010 semineri Devlet hiperçevirisinin stratejisini genel hatlarıyla açıklayan bir seminer sayılabilir. Toparlama kısmında dört temel soru soruluyor: Neden bugün Platon? Neden Platon’un metni ? Neden Devlet? Neden bir çeviri? İlk soruya Badiou, felsefede Kant etkisini eleştirerek yanıt veriyor : “Platon’un bize verdiği destek önemli çünkü, özellikle de bugün, doğruların var olduğunu onaylamak önemli. .. İşte Kant’ın başlattığı ‘Kopernik devrimiyle’ birlikte felsefede başlayan, karşı çıktığımız şey budur. Kant’a göre, her şey çağdaş bilişsel eylemin öznelliğinin egemenliğine göre görecedir; bu yüzden kendinde varlığın bilgisine erişilemez.” İkinci soruya şu yanıtı veriyor: “Yani neden basitçe Platon’un metnine ilişkin kendi yorumumu vermekle yetinmiyorum? Buna karşılık, bizi ondan ayıran 2400 yıl boyunca sayısız yorum katmanının biriktiği söylenebilir: büyük ölçüde Hıristiyan ve Arap düşünürlerin yaptığı teolojik yorumlar, Platon’u dogmatizm arketipi haline sokan Kantçı okuma ve bugüne dek, sıkça belirttiğim üzere, büyük felsefi akımlar – anglosakson analitik düşünce, Nietzscheci canlıcılık, Marksizm, varoluşçuluk, Heideggerci düşünce – hepsi Platon karşıtıdır. Böyle bir bağlama bir yorum daha katarak destek olmak yeterli gelmez. Şimdi bahsettiğim adımı cesaretle geriye atmaya kalkışacaksak, metne daha da yakın olmak zorunludur.” Neden Devlet?

“Çünkü o Platon’un yapıtının özetidir. .. Felsefenin bütün koşulları Devlet’te karşılanır .. Bu bütün felsefe literatüründe eşsiz bir konstrüksiyondur – belki tek istisnası Hegel’in Tinin Görüngübilimi olabilir. .. aynı zamanda bize felsefi dilin bütün bir gamını sunar. Matematikten geçer, anlatı diline, tiyatro formüllerine girer, şiir ve düzyazının küçük hikayelerine dalar.”

Peki neden bir çeviri?

“Elimize sapasağlam bir halde ulaşmış olan Cumhuriyet’in metni düzeltilmesi imkansız bir şekilde akademikleştirilmiştir, çünkü çeviri Helenistlere teslim edilmiştir. Bunu Helenistleri eleştirmek üzere söylemiyorum, bugün bir Yunan dilinin etkili bir şekilde korunmasını sağlayan onlardır .. Fakat sonuç her koşulda elimizdeki metnin bir tarihli metin olmasıdır – kesin olarak geçmişte konumlanmış bir tarih değildir, daha çok zamansız bir tarihtir, okurken bizde bıraktığı etki de görür görmez onun eski bir dilden yapılmış çeviri olduğunu anlamamızdır. Benim kendimi kurtarmaya çalıştığım şey bu.”

Aynı seminerde, Badiou, “hiperçeviri” dediği çeviri tarzı için başvurduğu dört temel işlemi tanımlıyor: biçimsel yeniden yapılandırma, evrenselleştirme, kavramsal yer değiştirme ve çağdaşlaştırma. Bu çerçevede ortaya çıkan üründe, klasik metnin diyalog biçiminden roman biçimine, birinci tekil şahıs, şimdiki zamandan, üçüncü tekil şahıs, geçmiş zamana taşındığını görüyoruz. Diğer işlemler de metnin antropolojik verilerinin ayıklanması, örneklerin güncellenmesi, Sokrates’in Kant’ı eleştirmesi gibi çeşitli özelliklerde görünüyor.

Badiou hiperçevirisinin öncülleri arasında Frédéric Boyer’in Aziz Augustinus’tan Les Aveux adıyla yaptığı “İtiraflar” çevirisini anıyor. Fakat zengin bir yaratıcı çeviriler geleneği de anılmalı: “hiperçeviri” ilk kez Badiou’nun kullandığı bir terim değil ve herhalde bu yüzyılda daha sıkça kullanılacak.

Fakat biz, tam olarak neredeyiz? Carlos Fraenkel 2007 yılında, “Filistin’de Platon öğretmek: felsefe ortadoğuyu kurtarabilir mi?” başlıklı yazısında, Arapçadaki mevcut Platon çevirilerinin 19. yüzyıldaki İngilizce çevirilerden, kesilip biçilmiş çevirilerden yapıldığını söylüyor. Gazetelerin çalıntı çeviri dağıtmakta tereddüt etmediği Türkiye’de durum ne – kaç Devlet çevirisi var ve kaçı Yunancadan, kaçı çalıntı, sahte çeviri değil? Petrolü ona uzak ülkelerden pahalı kullanan bize, Blatonodiou imzalı bir hiperçeviri ya da çevirisi ne getirir?

Ek

Devlet: Kısa bir önsöz •  Alain Badiou

lacanian ink dergisinde Susan Spitzer çevirisiyle yayımlanan Platon hiperçevirisinin önsözünü aktarıyoruz:

Devlet “hiperçevirimin” I. Bölüm’ünde Platon’un metninde, efsanevi bir dramatik karakteri, yani sofist Thrasymakhos’u merkeze alan çok özel bir kısım var. Platon için (ya da onun metindeki vekili Sokrates için) sofisti çürütmeden önce pozitif düşünmeye başlamak olanaksız gibi görünür. Dahası, “çürütmek” sözcüğü çok kesin bir sözcük değildir. Burada daha çok onu yenmek sorunu vardır, yani: onu sessizliğe indirgemek, sessiz kılmak. Aynı zamanda karanlık bir komediye de yer veren o momentin şiddeti, kazanmanın haklı olmaktan daha önemli hale gelmesi yüzünden, bütün yolların serbest sayılmasından kaynaklanır. Bir bakıma, burada sözkonusu olan şey Hegel’de görüldüğü anlamıyla ölümüne bir mücadeledir, Efendi ile Köle düşünmenin nasıl devam edebileceğini belirmemek üzere karşı karşıya gelirler. Burada da felsefenin nasıl kurulabileceğini belirlemek konu olur ve bunun olması için, sofistin –dili kişisel çıkarın ve mevcut iktidarların hizmetine sokan kişinin– kamu sahnesinden çekilmesi gerekir.

Bu momentin olumsuz bir moment olması önemli bir noktaya daha dayanır: sofistin ustası olduğu retorik, olumsuzlamanın hakim olduğu bir düşünmeyi beraberinde getirir. Bu neden böyledir? Çünkü sofist bir tezi (bir görüşü) sadece karşıt tezi de savunabileceği zaman savunur. Bir ilkenin değişmezliğine değil, iktidar ilişkilerini, yeri belli arzu ve çıkarları yansıtan görüşlerin çeşitliliğine hizmet etmek zorunda kalan bir “düşünce tarzının” – aslında entelektüel ve dilsel maharetin – kaçınılmaz sonucudur. Sokrates ile Thrasymakhos arasındaki mücadele son aşamada doğruların ebediyetinin odağı olan felsefe ile çıkarların oportünizminin odağı olan retorik arasındaki bir mücadeledir. Ontolojik açıdan bu düşüncenin iki yönelimi arasındaki mücadelenin gizil bir versiyonuna karşılık gelir. Bunların biri olduğu şey olarak düşünülebilir olması nedeniyle Varlığa [Olmaya] hakkını verir. Bu yüzden paradigma matematiktir. Diğeriyse Varlığı [Olmayı] dilin Varlığın parçalanmasını sahneleme ve gerektiği zaman, onun olumsuzlamasını yapma yeteneğinin geçici bir sergilenişinden başka bir şey kılmaz. Bu yüzden, önemli olan şey dilsel esnekliktir, bu da anlamsızlığı ya da çelişkiyi sömürür. Şiirin çok uzakta olmadığını hissederiz. Sokrates açısından, Thrasymakhos şeytanidir, ama halis acımasızlığından başka bir ihtişamı yoktur. Goethe’nin dediği gibi şeytanidir: Ruh hep olumsuzlar. Şiire karşı matematik mi? Her koşulda, Platon, bu sonucu kabul eder. Devlet’in bütün bu başlangıç kısmında, sözkonusu olan şey kendi düşünme tarzıyla harekete geçmeye hevesli olan yeni bir komünizm ile sona ermeyi reddeden, tükenmiş bir uzlaşmaya dayalı “demokrasi” arasındaki çatışmadır. Platon ile sofistler arasındaki çatışma konusunda Lacan’ın ikircikli bir tutum benimsediğini düşünürsek, bu ateşli tartışmayı lacanian ink’te yayımlamak çok anlamlı. Bilinçdışının “bir dil gibi” yapılandığını düşünerek, psikanaliz tedavisinin büyük ölçüde bir sessizlik ve dil retoriği olduğunu düşünerek – Lacan’ın sıkça yaptığı ve büyük çağdaş sofistin bize hatırlattığı gibi – biraz kaba saba olan Thrasymakhus’a değilse de, en azından Platon’un tam da susturduğu anda saygı duyduğu düşünürler olan Gorgias ve Protagoras’a psikanaliz yapabiliriz. Fakat her şey sona erdikten sonra psikanalizde önemli olan şeyi, yani bir Öznenin doğrusunun yama noktası olan gerçeği düşünürsek, psikanalizin kaynağı Sokrates ve Platon’dur. Özellikle de Doktor’un dediği gibi, tedavinin sonunda “büyük diyalektik gelenek içinde, Adalet ve Cesaretle ilgili temel diyalogları” ele almamız gerekebilir. Burada bu uzun kavganın ilk raundunun çevirisini sunuyorum; bu raund son çözümlemede felsefe ile anti-felsefe arasındaki kavga olduğundan, sonsuza dek adına layık herhangi bir düşünmeye sonsuza dek içkindir.