İslami çeviri olur mu?
İslami çeviri olur mu? Olur. Yakın zamana, araştırıp daha net olarak belirlenmesi gereken bir zamana dek Türkiye’de yapılan çeviri İslami çeviriydi; herhalde seksenlerin başında, doksanlara doğru değişti durum, “seküler” olduğunu varsaydığımız bir çeviri tarzı geldi.
Bu konu “İslami bisiklet”le ilgili saçma tartışmaları görünce aklıma geldi. Türkiye’de konuşulan her şeyi, başına da “Türk” etiketi takarak alaya alma ya da önyargıyla karşılama alışkanlığı, bir gerikalmışlık duygusu olarak iyice yerleşti içimize. Kanımca “İslami bisiklet” konusu da bu şekilde ele alınıyor:
“Bilmem hafta sonu Türk bilim insanlarının bir araya geldiği ‘Teknoloji, Medeniyet ve Değerler 2’ konferansındaki tartışma gündemini fark ettiniz mi? Aralarında iletişimci dekanların, profesörler sosyologların ve elbette ilahiyatçıların olduğu bir grup Türk bilim insanı ‘İslami bisiklet’ üretip üretemeyeceğimizi tartışmış.” (Cüneyt Özdemir, Radikal)
Bu yazıları okuyan biri, benim gibi, kolayca bir grup delinin bir odaya kapanıp basına açıklamalar yaptığına inanabilir. (Daha ciddi bir yazıyı, çıkarımı belirsiz kalsa da Arslan Bulut yazmış.)
Ama diğer yandan, bir an düşününce şu basit soru bile insanı durdurabilir: Eğer İslami insan, yani Müslüman yapmak mümkünse, 4+4+4 sistemini getirerek, canı gönüllü din dersleri koyarak ve okulları imam-hatibe çevirerek çocukları İslami çocuk yapmak mümkünse, neden İslami bisiklet yapılamasın? Direksiyonu ters yönde olan İngiliz arabası mümkünse, İslami araba neden mümkün değil? Eğer İslam bisiklete farklı binmeyi ya da farklı bir bisikletle binmeyi önerebiliyorsa, neden olmasın? Sonuçta ibadet özünde bir olduğu halde, Hıristiyanlar Kiliseye gidiyorlar ve Müslümanlar, aynı tanrıya ibadet ettiklerini savundukları halde, Camiye gidiyorlar. Ve cennetler ve cehennemler bile ayrı, bisikletler neden ayrı olmasın?
Fakat gerçek bu şekilde değil. Sözkonusu toplantıda bisiklet örneğini veren Alparslan Açıkgenç (zengin bir bibliyografyası var), anladığım kadarıyla başka bir şey söylüyor:
“Yıldız Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü Prof. Alparslan Açıkgenç, her teknolojinin, ait olduğu medeniyetin değerlerini taşıdığını belirterek, ‘Bakış açısı önemli. İslami bir bisiklet üretilebilir. İslam’a göre ameller niyete göredir. Allah’ın rızasını gözeterek ve insanlara faydalı olması öncelenerek üretilen bir bisiklet İslami bisiklet olur’ dedi.” (İktibas)
Burada başka bir teknolojiden bahsedilmiyor, fakat niyetin, amacın, hedefin ürünü belirlediği söyleniyor. Başka türlü de söylenebilir: “Eğer Allah’ın emrettiği gibi yaşanan bir toplumda üretiliyor ve kullanılıyorsa, o bisiklet İslami bisiklet olur.” Allah’ın insan için iyi olanı emrettiğini, İslam’ın bu emirler bütünü olduğunu varsayıyoruz bunu söylerken.
Bu olağan ama ilginç bir yaklaşım. Olağan, çünkü yeni bir şey söylemiyor, hatta yanıltıyor: İslami banka olur mu, faizsiz kâr olur mu, olmaması gerekir, ama yapıyorlar, oluyor. Bankacılık sisteminin faiz olmadan işlemesi mümkünse, bisikletin İslami niyetle yapılması da mümkündür. Fakat soru şu: Bu niyet neden diğer dinlerinkinden farklıdır, diğer dinlerde insan için farklı iyilikler, farklı niyetler mi vardır? Ya da, eğer İslam bütün dinlerin sonuncusuysa, sadece onda mı ameller niyete göredir; o zaman dinlerin diyaloğunu mümkün kılan şey ne? İbrahimi dinlerin hepsinde amel niyete göre sayılmıyor mu, Museviler ürettikleri bisiklet ya da kitabı insanlara faydalı olsun diye üretmiyorlar mı?
Burada görünür olan proje köklü, uzundur yürütülen bir proje: Bilginin İslamileştirilmesi. Bir gazete haberine sızan şey, aslında bütün bir hayatın kökten dönüşümünü (ya da eski haline, kısa süreli akılcılaşma, sekülerleşme çabasının öncesine rücu edişini) anlatıyor. Açıkgenç yıllar önce, 1994’te yazdığı bir makalede Kuran ile felsefe ilişkisini ele alırken, İslami felsefenin rolünü tanımlamaya çalışıyor. Aynı yıllarda, İslam’ın iklim değişikliğine, su kaynaklarının kıtlığına, ekolojiye farklı bir açılım getirebileceğini anlatan kitaplar yayınlanıyordu. Sorun, İslami bisiklet yani İslami bir dünya ve onun eşyalarının olup olamayacağı değil, o yıllardan bu yana bütün bu söylemlerin lafta kalmış olması – İslam’ın değil, İslam’ı bu şekilde savunanların gerçek dünyaya yeni bir ekolojik yaklaşım, barışçı, kâr merkezli akıldan uzak bir teknoloji, bir yaşam tarzı getirememiş ve reddeder gibi göründükleri dünyayla kaynaşmayı kabul etmiş olmaları; AVM’lerin dünyasında AVM’leri reddetmek semt bakkallarını korumak yerine İslami AVM’ler yaratmayı kabul etmiş olmaları; yani kısacası, niyetin amele niyet edildiği gibi dönüşmesini sağlayacak özgün yolları bulamamış olmalarıdır.
İslami bisiklet fikri değil insanı yadırgatması gereken şey, petrolle çalışan arabanın değil insan gücüyle çalışan bisikletin İslam’a, yani insanca yaşamaya uygun olduğunun söylenememesi, çağdaş dünyanın baskısı altında ürkeklik gösterilmesi, bu fikrin savunulamaması yadırgatıcı olan şey. Bu fikri cesurca savunabilen – katolik rahip- İvan İllich kanımca, amel-niyet ilişkisi açısından doğal bir Müslümandır.
Peki İslami çeviri nasıl olur? Birincisi, bisikletteki gibi, o niyetle yapılan bütün çeviriler İslami olur. Ama ikincisi, ve daha önemlisi: Yakın bir zamana kadar Türkiye’de yapılan bütün çevirilerde, ister İncil çevirisi olsun ister bir aşk romanı, hepsinde “Allah” deniyordu, tanrının tekliği ve ortaklığı kendiliğinden kabul ediliyordu. Sonra bir şey oldu, sanırım bizim kuşakta, Hıristiyanların ve diğer dinlerin, başka halkların tanrıları “Tanrı” oluverdi. Bizim kuşak, ben dahil, çevirilerde Allah diyemez hale geldik. Üstelik, Türkçe açısından, bir vakitler yapıldığı, Türk-İslam geleneğinde “Tengri”den gelen “Tanrı” demenin daha doğru olduğu kabul edildiği ve iki sözcük arasında özde bir ayrım olmadığını bildiğimiz halde. Garip bir akıl bölünmesidir gidiyor. Her çevirmenin aklında bir mücadele yaşanıyor: Kanımca, eskisi Müslüman çevirisi, İslami çeviriydi, “elhamdüllah Müslümanız” diyen bir toplumun çevirisiydi ve şimdi de kaynak metnin aynı şekilde İslamileştirilmesi mümkün, hatta yapılıyor. Eskimolar için yapılan İncil çevirilerinde Hz. İbrahim’in kuzusunun fok yapılmasını hatırlatan bu durumu biri alıp incelese, herhalde “Türk çevirmenlerin İslami çevirileriyle” çok neşeleniriz.