Tercüme Çözümler

Posted by on Ağustos 1, 2007 in Güncel

CHP başkanı Deniz Baykal, seçimlerin ardından yaptığı ilk basın açıklamasında, istifasının gündeme getirilmesine karşılık olarak, “böyle tercüme çözümlerin, yaklaşımların öne sürülmesine” karşı olduğunu söyledi. Eşzamanlı olarak düzenlenen bir muhalif grubu toplantısının, basın açıklamasında da gerçekten, örnek olarak Tony Blair verildi. Böylece “tercüme çözüm” ifadesi ilginç bir anlama kavuştu.

Seçimlerin sonuçlarının medya tarafından oldukça şaşırtıcı bir şekilde yorumlandığını söylemek mümkün. Bir yandan bakıldığında, sanki genel arzu CHP’nin iktidara gelmesiymiş, fakat bunun olmaması herkesi şaşırtmış gibi görünüyor – oysa durum tam tersiydi, medya büyük ölçüde devamlılıktan yanaydı. Diğer yandan, AKP çoğunluğu elde etmiş gibi yorumlanıyor, oysa bunu gösteren bir olgu yok ortada.

Kuşkusuz ayrıntılı çözümlemeler gerekir, fakat 2007 seçim sonuçlarının 2002’yle karşılaştırılmasına yüzeysel olarak bakıldığında görünen genel tablo şu: CHP oylarını korumuş ve 1 milyon artırmış (DSP’nin oyları bunun içinde 300-500 bin oranında); MHP, oylarını 2 milyon artırarak iki katına çıkarmış; AKP de oylarını korumuş ve 6 milyon artırmış. Eğer diğer partiler oylarını artırmamış olsaydı, AKP’nin şaşırtıcı ve olumlu bir başarı elde ettiğini söylemek daha anlamlı olurdu, fakat şu anda durum bu değil. 9 milyon nereden geliyor?

Bunun birinci kaynağı 2002’den 2007’ye oluşan 1 milyonluk seçmen kitlesi. İkinci kaynağı, 2002 seçimlerinde oy vermemişken 2007 seçimlerinde oy vermeye karar veren 2 milyon kişi. Üçüncü kaynağı, sağdaki partilerin çözülmesiyle dağılan oylar (örneğin DYP+ANAP=DP yakınlaşmasının 2002’ye göre 5-6 milyon oy toplaması gerekirken, DP 1.8 milyon oy almış görünüyor. 4 milyon oy dağılmış).

Dolayısıyla bu seçimin temel sonucu, statükonun olduğu gibi korunması: MHP ve AKP’nin oylarını artırması, Türkiye’de muhafazakarlığın aşırı kök saldığını gösteriyor. Bu iki partinin ideolojik yakınlığı düşünülürse, ürkütücü bir durum. Bu ortamda CHP’nin oylarını artırmış olması bir yana, koruması bile mucize sayılabilir.

Seçimin ve sürecinin önemli bir sonucu da, sistemin “sosyal” sıfatı taşıyan her şey karşısında kaygı duyduğunu ortaya koyması. Sistem, “sosyal”, “sosyalist”, “sosyal demokrasi” gibi sözler duymak istemiyor; bunları “istikrar” gibi, “biz zaten sosyal demokratız” ya da “asıl sosyal demokrat biziz” gibi sözlere çevirmek istiyor. Aşırı sağda Vakit gazetesinden medya aydınlarına dek herkesin, seçim sürecindeki temel tartışma konusunun CHP’nin “sosyalistliği” olduğu düşünülürse, bu oldukça ilginç bir süreç. Sistem, örgütlü sol partiler içinde artık sadece CHP’yi tehdit olarak görüyor ve onu çözmek istiyor. Bu ille de CHP sarsıcı bir alternatif getirebileceği için değil, sistemin onun getireceği alternatifle bile uğraşmak istememesi yüzünden.

[İsviçre’den gelip meclise seçilen bir milletvekilinin sözleri ‘sosyal’ sözcüğünün tedirgin edici niteliğini göstermesi açısından ilginç: “İsviçre Sosyalist Partisi’nde çalıştığımı söylüyorlar. Erzurum’da bunun çok sıkıntısı çektim. Rakiplerimiz ’Bu sosyalist’ diye kampanya yaptılar. Oysa ben İsviçre’de Sosyal Parti’de uyum komisyonunda kısa süre görev aldım. AKP’den önce hiçbir partide aktif siyaset yapmam söz konusu olmadı. Ben milliyetçi-muhafazakár biriyim. Sosyalizmle işim olmaz.Fazilet Dağcı Çığlık.]

Her koşulda, Türkiye’nin siyasi hayatında ilginç bir şey gerçekleşiyor: tek parti yönetiminin bir uzantısı olarak kabul edilen CHP, hep bir “tercüme çözüm”, Türkiye’ye elitler tarafından getirilen bir çözüm olarak tanımlandı. Klasik sağ neredeyse modernleşmenin kendisini bile bir “tercüme” olarak görüyordu, sonra modern-sonrası küreselci dönemde bir şeyler değişti: artık çevirinin, deyim yerindeyse çok yüzlü olduğu görüldü ve sağ, “tercümeye” önem veriyor. Şimdi, CHP’nin yeniden tercüme edilmesi, çağdaş bir çeviriye dönüştürülmesi medyada dillendiriliyor: örneğin, Baykal’ın “Gerhard Schröder ve Tony Blair’i örnek alarak” yönetimi bırakması öneriliyor. Buna karşı CHP’nin yanıtı benzersiz: “Cumhuriyet’in yıkılmayan tek kalesi CHP, Sorosçulara teslim edilmeyecek.

Hayat tuhaf. Bir finans spekülatörünün adı ülkenin ilk partisinin genel merkezinin duvarında, ülkenin kurtuluş savaşı liderinin resminin altında yer alıyor. Finans spekülatörü, Soros, Türkiye’nin tek ihraç kaleminin “asker” olduğunu söylemesiyle ünlü. Tony Blair’in partisi, İşçi Partisi: Sosyalist Enternasyonal’e üye olan bu parti de Irak İşgali’ne destek vermesi, İngilizleri Irak’a göndermesi, olağanüstü terör önlemleri almasıyla ünlü. CHP’yse Türkiye’nin Irak İşgali’ne katılmasına mecliste karşı çıkan parti. Anlamak zor değil: Türkiye’de seçimlerden (eğer seçimler gerçekse) İngiliz İşçi Partisi çıktı. Türkiye’de muhafazakarlık yükseliyor ve üç ayların başlangıcında başbakanın makam arabasının plakasının birkaç gün için üzerinin örtülmesi, resmi plakanın yerine sivil plaka monte edilmesi muhafazakarlar için önemli değil; intihal de iktidar için mübah – önemli olan BOP eşbaşkanı başbakanın ardından, ilk cumhurbaşkanını seçmek. İyi: ucuz olsun, benim olsun, isterse intihal olsun.

*

“Tercüme çözümler” yarar getirmiyor belki, fakat tercümelerin yarar getirdiği kesin. Balkan düşünürü Zizek’in 1986, Avusturya seçim süreci üzerine etkileyici bir yorumu var; Türkçeye 2002 yılında çevrilen bu yorum, oldukça güncel görünüyor (İdeolojinin Yüce Nesnesi, Slavoj Zizek, çev. Tuncay Birkan, 2002, s. 121-2):

“.. merkezinde tartışmalı [Kurt] Waldheim figürünün bulunduğu 1986 Avusturya başkanlık seçimini hatırlamamız yeterli olacaktır. Waldheim’ın seçmenlere büyük devlet adamı imajı yüzünden cazip geldiği varsayımından yola çıkan solcular, kampan­yalarında, Waldheim’ın yalnızca şaibeli bir geçmişi olan (muhteme­len savaş suçlarına bulaşmıştı) biri olmakla kalmayıp, bu geçmişiyle hesaplaşmaya hazır olmayan, onunla ilgili önemli sorulardan kaçan biri -kısacası, en belirgin özelliği travmatik geçmişi “işleme”yi red­detmesi olan biri olduğu üzerinde durdular. Ama merkezde yer alan seçmenlerin çoğunluğunun tam da bu özellikle özdeşleştiklerini göz­den kaçırmışlardı. Savaş sonrasının Avusturyası, varoluşu travmatik Nazi geçmişini “işleme”yi reddetme üzerine kurulu olan bir ülkedir -bu da Waldheim’ın geçmişiyle hesaplaşmaktan kaçınmasının, seç­menlerin çoğunluğu için özdeşleşilecek bir özellik olduğunu gösterir. Bundan çıkarılacak teorik ders, özdeşleşilecek özelliğin ötekinin belli bir başarısızlığı, zaafı, suçluluk hissi de olabileceğidir, öyle ki başarısızlığa işaret ederek özdeşleşmeyi istemeden pekiştiriyor olabi­liriz. Özellikle sağcı ideoloji insanlara özdeşleşilecek özellik olarak zaaf ya da suçluluk hissi sunmakta çok beceriklidir: Hitler’de bile bu­nun izlerini görürüz. Hitler halk önüne çıktığında, insanlar kendilerini özellikle onun histerik, iktidarsız öfke patlamalarıyla özdeşleştiriyorlardı – yani bu histerik poz kesmede kendilerini “buluyorlardı”.”