WALTIC-İstanbul 2010 Üzerine Birkaç Not

Posted by on Eylül 5, 2010 in Etkinlik, Güncel, Yorum

“İsveç Yazarlar Birliği’nin ilk defa 2008 yılında Stokholm’de düzenlediği WALTIC Uluslararası Yazarlar ve Çevirmenler Kongresi’nin ikincisi” 2-5 Eylül 2010 tarihleri arasında Santralistanbul’da gerçekleştiriliyor.

İlk WALTIC toplantısını 2008 yılında tanıtmıştık, ikincinin de sunumlar için çağrıda bulunduğunu dergide duyurduk. Fakat son aşamada netleşen, dolaylı kaynaklardan haberdar olduğum programı duyurmak  için çaba harcamayı pek arzu edemedim. WALTIC-Türkiye ekibinden bir basın bülteni gelmemesi  ya da bir davetiye de gelmemesi (sayısı birkaç taneyi geçmeyen elektronik ve matbu çeviri dergilerinin kaç tanesiin temsili sağlanmış olabilir kongrede?) etkili oldu bunda elbette, ama  izleyebildiğim kadarıyla Çevirmenler Birliği için de bir izleyici kontenjanı ayrılmış değildi, o yüzden gücenmeyi gereksiz buldum. Fakat programı tanıtmakta gönülsüzlük göstermemin asıl nedeni, ciddi şekilde yüksek ve anlaşılması güç katılım ücretleri oldu. 25 Haziran’dan önce 215 diye başlayıp 12 Ağustos’tan sonra 350 Avro’ya varan ve öğrenciler için 50 Avro olan katılım ücretini anlamakta güçlük çektim. Uluslararası çeviri starlarına yer veriyormuş gibi görünmeyen bir kongrenin kaynaklarını neden başka yollardan karşılayıp daha geniş (bu tip kültür etkinliklerinin olmasına alıştığımız kadar geniş) katılımı hedeflemediğini anlayamadım. Sonuçta programın geneline bakıldığında, bu sunumların Türkiye’de birkaç yıldır ücretsiz ve yaygın katılımla çeşitli çeviribilim kürsüleri tarafından üniversitelerde ve meslek birliklerinde zaten gerçekleştirildiğini söylemekte tereddüt edilebileceğini sanmıyorum. Yani sözgelimi Çevirmenler Birliği düzenlediği toplantıları bu tip bir ücretlendirmeyle yapmayarak bir hata mı yapmıştı?

Para, ücret vs., bayağı bir yaklaşım ya da eleştiri noktası sayılabilir, fakat kanımca değil. Çünkü kongrenin düzenleme komitesinde yer alan Bülent Somay’ın kongreyle ilgili bir söyleşisi (“İki arada bir derede çeviri,” Radikal, 3.9.2010), çeviri çerçevesinde yapılan işlerin ve harcanan emeğin ücretinin, bedelinin, başka deyişle çevirinin ekonomisinin çeviri incelemelerinin merkezine daha fazla çekilmesi gerektiğinin, son yıllarda verilen bütün mücadelelere, örgütlenme çabalarına, çalıntı çevirilerle mücadeleye rağmen bu yaklaşımın yeterince kabul görmediğini düşündürüyor. Somay, artık daha da analitik ve derinlemesine bir yaklaşıma ihtiyaç duyan çeviri tarihi konusunda, genelleyici bir yaklaşımı yinelemeyi yeğliyor.

Kongrenin teması konulu bir sorunun yanıtında,

“Elimizde bir sürü çeviri metin var ama o metinlerin ne dediği konusunda bir fikrimiz yok. Yani bağlamdan yoksunuz. “

dedikten sonra, İngilizcenin etkisi ve lehçelerle ilgili başka bir soruda bu yaklaşımı daha genelleyici bir kalıba çeviriyor:

“1923’den 1993’e 70 yılımız bununla, deneme yanılma yaparak, bir sürü şeyi heba ederek geçti. Türkçe, kötü çeviriler mezarlığına dönüştü.”

Bu ünlü ve genelleyici “kötü çeviri” kalıbının, tıpkı karşıtı gibi tanımlanması güç bir gizemlileştirme olması bir yana, 70 yıllık telif serbestliği döneminde (1993 yanılmıyorsam yeni telif yasasını işaret eden bir sınır) yapılan çalışmaların entelektüel ve ekonomik maliyetinin, oluşturulan kültürel sermayenin kolayca silinmesine yol açacak şekilde kullanılması sözkonusu burada. (Aynı yaklaşımı siyasi söylemlerde gördüğümüzde, bunun yanlışlığı daha belirgin oluyor aslında: “Türkiye kötü kamu kurumları, girişimleri mezarlığına dönüştü” vb.)

Aslında çeviri konusunda bu yargının tam tersi üzerinde durmak gerekir: 70 yıl bir sürü şeyi yaratarak geçti ve Türkçe iyi çeviriler külliyatı oluşturdu.

Aynı zamanda bunun en doğru şekilde nasıl ifade edileceği üzerinde de durmak gerekli: Türkçe iyi çeviriler cennetine mi dönüştü? Yoksa iyi çeviriler mezarlığına mı?

Bu ikinci ifade, çevirinin ekonomisi, parasal değeri açısından daha gerçekçi olabilir: Sabahattin Eyüboğlu’nun, Azra Erhat’ın, Sabri Esat Siyavuşgil’in, Suat Derviş’in, Sadrettin Karatay’ın, Hasan Ali Ediz’in, Gönül ve Gülten Suveren’lerin… ve sayısız diğer çevirmenin ülkeye ve dile kattıkları kültürel nesne ve değerlerin karşılığını, ücret olarak bile, layığıyla almadıkları, buna rağmen çalıştıkları, çalışıyor oldukları – birçoğu yeniden basılmayan, başkası tarafından yeniden çevrilen, çalınan çevirilerin mezarlığından söz edilemez mi?

Tek bir kara örnek yeterli olabilir: Erol Güney ve Sabahattin Eyüboğlu’nun, kendine has bir yoruma ve eşsiz bir üsluba sahip Oblomov çevirisini Celal Öner’den koruyamayan bir kültür, bir kültür dönemi, bir bugün, geçmişteki çeviriden kötülük sıfatıyla bahsedebilir mi? Tartışmasız bir şekilde, emek-maliyet-kazanç hesabı yapıldığında, Güney ve Eyüboğlu’nun (1923-1993 arası dönemde iki baskı yapan) çevirilerinden kazandığı paradan çok daha fazlasını kazanmıştır Öner. Bir çeviri mezarlığı varsa, onun geçmişte olmadığını, geçmişin daha çok (siyasi ve ekonomik açıdan da Cumhuriyetin devraldığı) bir harabeyi imar etme dönemi olarak anılabileceğini ve mezarlığın şimdi, imar edilen harabe şehirde büyümeye başladığını görmekte yarar var.

(Somay’ın aslında bu görüşü paralel bir bağlamda dile getirdiğini gözden kaçırmamak gerek: 1923-93 dönemini anmasına yol açan, “Kürtçe’yi .. bilim ve kültür eğitimi dili olarak kurmanın büyük bir emek” gerektirdiğini ve Türkçe’nin deneyimine bakıldığında bunun olumlu sonuç vermeyebileceğini düşünmesi anlaşılır bir kaygı – fakat bir dilin olanaklarını geliştirmeyi denememesi mümkün mü? Düşe kalka, “iyi ve kötü” çevirilerle ilerlemesinden başka bir yol var gibi görünmüyor.)

WALTIC-Türkiye 2010 bugün sona eriyor. Her koşulda, katılım ücretlerinin yüksekliğine vb. rağmen, sunumları ve varlığıyla önemli bir etki bırakacağına, yankılarının çevirmenlere olumlu bir şekilde döneceğine inanmamak için bir neden yok. İlkinde olduğu gibi bir bildirge açıklanacak olmalı.